Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16] >
Off topic: Osmanlıca - Türkçe kaynaklar, Cumhuriyet boyunca Türkçenin serüveni, Günümüz Türkçesi...
Thread poster: Adnan Özdemir
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
Konuyla dolaylı yoldan ilgili bir yazıyı da buraya alıyorum... Aug 12, 2013

--Alıntı yazı--

Dilin Kökeni: Kur'an-ı Kerim ve Diğer Kutsal Kitaplara Göre Dil Olgusu
================================================

Doç. Dr.Hidayet AYDAR-Yrd.Doç.Dr. İsmail ULUTAŞ tarafından yazıldı.
===============================================


Bu makalede, insan olmanın en önemli özelliklerinden biri olan dil konusu üzerinde durulmaktadır. Dil, insanları diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerden biridir
... See more
--Alıntı yazı--

Dilin Kökeni: Kur'an-ı Kerim ve Diğer Kutsal Kitaplara Göre Dil Olgusu
================================================

Doç. Dr.Hidayet AYDAR-Yrd.Doç.Dr. İsmail ULUTAŞ tarafından yazıldı.
===============================================


Bu makalede, insan olmanın en önemli özelliklerinden biri olan dil konusu üzerinde durulmaktadır. Dil, insanları diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerden biridir. İnsan, iletişimini seslere dayalı olan dil sistemini kullanarak gerçekleştirmektedir. İnsanların varlıklara isim koymak için kullandıkları dilin ilk kelimeleri nasıl ortaya çıkmıştır? İşte bu makalede, insanın konuşma özelliğinin nasıl ortaya çıktığı hususunda kutsal kitapların verdiği bilgiler ile bu konuda ileri sürülen bazı teoriler ele alınmıştır. Fakat makalenin asıl konusu, dilin ortaya çıkışı ile ilgili teoriler olmadığı için, bunun üzerinde fazla durulmamış, daha çok kutsal kitapların meseleye yaklaşımı ele alınmıştır.

Dünya üzerinde insanlardan başka daha pek çok canlı bulunmaktadır. Bir kısmı karada, bir kısmı da denizde yaşayan binlerce tür hayvanın varlığı bilinmektedir. Tabiatta mevcut bitki türleri daha da fazladır. Tüm bu canlı türleri içerisinde sadece insanlar, konuşabilme özelliğine sahiptirler. Hatta insanı diğer varlıklardan ayıran en temel vasfın "konuşma", yani düşüncesini sembollerle ifade edebilme yeteneği olduğu belirtilmiştir. Nitekim mantık âlimleri insanı, "konuşan hayvan" (Esîruddîn el-Ebherî 1998: 64-65) veya bunun daha köklü bir ifadesi olarak "sembol kullanabilen varlık" (Karaağaç 2002: 25) diye tarif etmişlerdir. Bu noktaya temas eden pek çok ünlü dil bilimci konuşma yetisinin, sadece insana özgü doğal bir yeti olduğunu belirtirler (Kıran 1996: 57). Muhtemelen diğer canlıların da kendi aralarında bir haberleşme şekli vardır. Nitekim başta balina ve yunuslar olmak üzere, karıncalar, arılar ve diğer bazı hayvanların, kendi aralarında haberleşebildikleri belirtilmektedir. Ne var ki, insanların konuşup haberleşmeleri bunlarınkinden çok farklı ve mükemmeldir.

1.1. DlLlN ORTAYA ÇIKIŞI YÖNÜNDEKİ GÖRÜŞLER

İnsan bu konuşma yeteneğini nasıl elde etmiştir? Diğer varlıkların aksine, insan nasıl bu şekilde konuşabilmiştir? İnsanın ilk kez konuşmayı nasıl öğrendiği ve nasıl konuşmaya başladığı sorusu dil bilimcileri en çok meşgul eden sorulardan biri olmuştur. Dilin nasıl ortaya çıktığı konusunda pek çok farklı çalışmada değişik teoriler ortaya atılmıştır. Dilin nasıl doğduğu konusu modern dil bilimi ile bu bilime yakın olarak çalışan antropoloji ve nöroloji gibi bilim dallarının da araştırma konusudur. Bu üç bilim dalı arasında probleme bir çözüm bulmak için iş birliği de yapılmaktadır.

Dilin doğuşu ile beynin gelişimi ve çalışması arasında sıkı bir ilişki olduğu düşünülmektedir. Nöroloji araştırmaları yapan bilim adamları insan beyninin davranış ve duyuları kontrol edip yönlendiren farklı bölümlere sahip olduğunu belirtiyorlar. İnsan beyninin her ne kadar dil ile ilişkili olduğu herkes tarafından tartışılmasız kabul edilen bir gerçek olsa da dilin beyin tarafından nasıl ve ne zaman ilk ortaya konulduğu ve geliştirildiği henüz meçhuldür. Bu soruyla ilgilenen dil bilimciler ve antropologlar dilin tarihte kabaca ne zaman ortaya çıktığı konusu ile ilgilenirler ve dilin ilk dönemlerinin nasıl olabileceği konusu üzerinde teori geliştirirler. İnsan beyni insanın davranış ve duyularını kontrol edip yönlendiren farklı bölümlere sahiptir: Mesela, dokunmak, görmek, işitmek vs. Dil ve beyin ilişkisini araştıran çalışmalar neticesinde konuşma yetisinin beynin Broca ve Wernicke bölümleri tarafından yönlendirildiği ortaya konmuştu. Broca dilin üretilmesinden Wernicke ise dilin dinlenilip anlamlandırılmasından sorumludur (Gutin 1996: 82-90).

Dil ve konuşma beyin tarafından işletilen bir sistemdir, bu sistemin çalışması görme duyusu sisteminin çalışmasına benzer. Görme işleminde somut resimler alınıp işlenirken dilde soyut kavramlar ile farklı bir işletim belirmektedir. Kelimeleri belli bir söz dizimi içinde genel bir metin çerçevesi dahilinde işleyip anlamlandırmak beynin fonksiyonudur; bu yönüyle dil görme işlevinin yerine getirilmesine benzemektedir. Görmede varlıklar ve bunların karşılığı resimler somut iken konuşma ve konuşmayı anlamlandırmada sesler ve kelimeler ile bunların karşılığı olan kavramlar soyuttur (Gutin 1996: 86).

Dilin ve beynin gelişmesinde kültürün önemli olduğunu ileri süren görüşler vardır. Kültürün insanın yaşamasını, psikolojisini ve dilini etkilemesi önceki kuşakların edindiği bilgilerin, eylemlerin, hislerin vs. sonraki kuşaklara aktarılması biçiminde olur. Dilin toplu yaşayan canlılar arasındaki iletişimi sağlamada kullanılan bir araç olma özelliği onun mükemmel bir sistem halinde gelişmesini sağlamıştır. Topluluk halinde yaşayan diğer canlılarda da ilkel iletişim sistemleri tespit edilmiştir; ancak bunlar insan dilindeki karmaşıklığa ve gramere sahip olmanın çok uzağındadırlar (D'Andrade 2002: 223­232). İnsan dışındaki canlıların iletişimlerinin sınırlı kalması ve halihazır-görünen zaman ve mekân çizgisini aşamaması dikkat çekicidir. İnsan dilinin halihazır-görünen zaman ve mekân çizgisinin somut sınırlarını aşması, simgeleri kullanması onu mükemmel bir iletişim aracı haline getirmiştir. Dilin bu seviyeye gelmesinde nesilden nesile kültür aktarımının rolü büyüktür. İnsanın dildeki simge ve temsil işlevini geliştirmesi, onun kültürünü, öğrendiklerini gelecek nesillere aktarabilmesine imkân sağlamıştır. Dildeki simge işlevi gelişmemiş olsaydı her bir ferdin hayatı boyunca biriktirdikleri kendisiyle birlikte ölmüş olacaktı. İşte nesilden nesile dil vasıtasıyla aktarılacak olan bilgileri depolayacak ve dil vasıtasıyla işleyecek büyük ve işlevsel bir beyne ihtiyaç bu noktada belirmiştir. Beyin ve dil arasındaki bu etkileşim karşılıklı olmuş; beynin büyümesi ve işlevselleşmesi simgeye dayalı dilin gelişmesini sağlamıştır (D'Andrade 2002: 228).

Dilin doğuşunda ilk safhanın ses değil işaret olduğunu ileri süren teoriler de vardır. Dil önce işaret dili olarak doğmuş; sonra insanın gelişmesi ve ellerini başka işlerde alet kullanımına ayırması dolayısıyla ses düzeyine geçmiş ve buradan gelişimine devam etmiştir. Ses telleri ve gırtlak arasındaki mesafenin bugünkü düzeyine gelmesi ile insanın farklı değişik sesleri çıkarabilme yeteneği gelişmiş; bununla paralel olarak iletişim dili, el hareketleri ve mimik düzeyinden ses düzeyine yükselmiştir (Zimmer 1995: 38-39).

İnsanın dil ile olan bağlantısı çok ilgi çekicidir, 6 yaşına gelen bir çocuk 10 binden fazla sözü kelime hazinesine kayıt etmiştir. 4 yaşındaki bir çocuk ise dilindeki gramer kurallarını hatadan uzak olarak kullanabilme yeteneğini yüzde 95'e çıkartmıştır. Bunu yaparken de çocuk hiçbir düzenli eğitime gerek duymaz; dili konuşabileceği ve işitebileceği bir ortam onun için yeterlidir. Çocuğun bütün bunları yapabilmesi ancak onun dil yeteneği ve mekânizmasıyla doğmasına bağlanabilir. Gramer dilin seslerini ve kurallarını, kelime biçimlerini ve söz dizimini kapsar ve bu sınırlı verilerle daha önce hiç işitilmemiş sınırsız sayıda cümle kurabilme imkânını sağlar. İşte bugün bebeklerin çok karmaşık olan dili kolayca öğrenebilmelerinin altında genlerdeki bu dil kalıtımı yatmaktadır (Nowak 2000-2001: 36­44).

Dilin doğuşunda taklidin yattığını ileri süren teoriler de vardır. Mesela ölen kişinin ardından tutulan yas törenlerine katılanlar ağlamayı taklit ederler; görünüşte bu ağlamadır ama gerçek bir ağlama değildir. Amaç burada sosyalleşmeyi sağlamaktır. Bu yas ağlaması gerçek ağlamaya hem benzer hem benzemez. Görünüşte ona benzeyecektir; ancak amaç açısından ondan ayrılacaktır. İşte bu ilişki dilin doğuşunun temelini oluşturmuştur. Beynin ses organları özellikle de gırtlak üzerindeki hakimiyetinin gelişmesi, dilde çıkarılması zor olan seslerin kolayca ve art arda çıkarılabilmesini sağlamış; böylece kelimelerin anlam temelinde yatan seslerin karşıtlığı ilkesi gerçekleştirilebilmiştir. Gramerin ve sentaksın gelişmesi ile dil bir bütün olarak ortaya çıkmış; dil yeteneği de nesilden nesile kalıtım yoluyla aktarılmıştır (Urban 2002: 233-246).

Dilin ve sembollerin kullanımı insanın hayatını devam ettirebilmesi için önem ve öncelik arz etmeye başlayınca dil, eş zamanlı ama birbirinden ayrı ve farklı olarak dünyanın çeşitli bölgelerinde farklı sosyal gruplarda doğup gelişmeye başlamıştır.

Dilin kültürel çerçevedeki işlevi yani kullanana hayatta kalabilmeyi sağlaması ve hayatı kolaylaştırması bütün farklı sosyal topluluklarda aynıdır. İnsan beyni farklı bölgelerde dil bahsinde aynı ortak yönelişe doğal olarak ulaşmıştır. Sözü araç olarak kullanmadan da anlam, işaretler yoluyla, çizgiler yoluyla ortaya konulabilir. Bu özellikle somut anlamlar için mümkündür, eski dönemlerden taşlar, kayalar üzerine bunun pek çok kazınmış örnekleri kalmıştır. Soyut anlamlar da başlangıçta gerçek somut figürler üzerine kurulmuştur. Bu figürler zamanla pratikleşip gerçek varlıklar ile görünen bağlarını koparmışlar; bu da yazının, alfabenin gelişimini doğurmuştur (Otte 2007: 49-59).

Dilin doğuşunda insanın şimşek çakması veya büyük yangınlar karşısında çaresiz kalması ile açığa çıkan iç duygularının yer aldığı ileri sürülür. Korku çaresizlik gibi ortaya çıkan bu duygular insanı harekete geçirici rol oynarlar. Bu yoğun duygulardan boşalma görevi görecek olan semboller, sembolik dilin doğuşuna yol açmıştır. İlk çıkan dil öğeleri de ünlemler ve isimler olmuştur. Dilin insanoğlundaki duygu ve kavrama güçlerinin bir birleşimi olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür. İnsanın çevresini kontrolü altına almasında mükemmel bir araç olan dil, kendi iç dinamiği ile teorik düşüncenin yollarını açan ve geliştiren bir araç haline gelmiştir (Shanahan 2000: 246-270).

Yukarıda verdiğimiz bu teori ve görüşlerin yanında dilin, Allah'ın insanlara verdiği bir ilâhî kudret, tanrısal bir armağan olduğu da söylenmiştir. Şimdi İslam âlimlerinin konu ile ilgili görüşlerine geçebiliriz.

1.2. İSLAM ÂLİMLERİNİN GÖRÜŞLERİ

Bazı müslüman usul âlimlerinin de konu üzerinde uzun uzadıya durdukları görülmektedir. Bunlar, varlıkların isimlerinin kim tarafından konulduğu konusu üzerinde ittifak edememişlerdir. Başta Ebü'l-Hasan el-Eş'arî (v. 330/941), Ebû Ali el-Cübâî, Ebu'l-Kasım Abdullah el-Ka'bî (v. 317/929), Muhammad b. el-Hasan ibn Fûrek (v. 406/1015) olmak üzere bazı âlimler, varlıkların isimlerinin Allah tarafından konulduğunu, dolayısıyla bütün dillerin Allah tarafından vaz'edildiğini söylemektedirler. Bunlar, başta "Allah Adem'e bütün isimleri öğretti" ayeti olmak üzere bazı Kur'an ayetlerini delil olarak kullanmaktadırlar. Buna göre diller tevkîfîdir; yani Allah tarafından vaz'edilmişlerdir. Allah bunu, ya vahiy yolu ile ya insanda halk ettiği bir zorunlu bilgi ile yahut varlıklarda manalara delalet eden bir takım sesler yaratıp insanlara duyurması ile yapmıştır. Sonra da insanlar öğrendikleri bu dili, kendilerinden sonra gelen nesillere öğretmişlerdir... Bazı âlimler, dilin bir bütün halinde öğretilmiş olduğunun zannedilebileceğini belirttikten sonra, bunun böyle olmadığını söylemekte ve şu bilgileri vermektedirler: Allah Adem'e kendi döneminde ihtyaç duyduğu kadarını öğretti. Sonra ardından gelen peygamberlere de ihtiyaç duydukları kadarını öğretti, nihayet peygamber Muhammed'e bunların tümü yanında ayrıca diğerlerine öğretmediklerini de öğretti. Böylece dil karar kılmış oldu.


Bazıları da, dili icad edenin insanlar olduğunu iddia etmektedirler. Başta Ebû Hâşim (v. 321/933) olmak üzere Mutezile mezhebine mensup âlimlerin kabul ettiği bu görüşe göre, her varlığa, onun manasına uygun isimler verenler insanlardır; Allah değildir. Bunlar da, başta "Biz, her peygamberi, onlara hakikatleri iyice açıklasın diye kendi milletinin diliyle gönderdik" anlamına gelen İbrahim suresi 4. ayeti olmak üzere bazı ayetleri, görüşlerini desteklemek üzere kullanmışlardır.

Üçüncü bir kısım âlime göre, manalar ve onlardaki ıstılahlara isim koymak için, insanların muhtaç olduğu kadarını vaz'edip öğreten Allah'tır. Kul bunu, Allah'ın onda yarattığı zarurî bir ilim ile bilir. Bunun dışındakilerin ise, insanın kendisi tarafından konulmuş olması muhtemeldir. Bu da şu şekilde gerçekleşmiş olmalıdır: İnsanlar, bir varlığın manasını ifade için bir ıstılah üzerinde ittifak eder ve bunu da birbirlerine söylerler. Sanki onlardan bir kısmı diğerine der ki: "Biz falan şey için filan lazfı koymak ve onun manası için onu ıstılah yapmak istiyoruz, sen de bu konuda bizimle ol!" Ya da, birbirlerine derler ki: "Şunun için şunu koyalım."Böylece aralarında sözlü bir anlaşma hasıl olur ve bu anlaşmayla varlıkların adları konmuş olur.

Burada, yine Mutezile mezhebine mensup bir âlim olan Abbâd b. Süleyman'a atfedilen bir görüşe de işaret etmeliyiz. Buna göre, eşyanın isimleri kendiliğinden olmuştur. Ancak, bu görüş pek itibar görmemiştir.

Tabii ki bütün bu görüşler eleştiriye tabi tutulmuştur.Âlimlerin ve araştırıcıların ekserisi, dilin ortaya çıkışı konusunda ileri sürülen ve yukarıda sözü edilen görüşlerin tümünün doğru olabileceğini; bunlardan herhangi birinin doğruluğuna kesin kanaat getirmediklerini söylemektedirler.

Bütün bunların sonunda, dilin kaynağının ne olduğu konusunun açıklık kazanmadığını söylemek durumundayız. Esasen bu konu, kadîm Yunan filozofları dönemine gidecek kadar çok eski zamanlardan beri tartışılmış, dilin aslıyla ilgili yüzlerce kuram ileri sürülmüş, fakat hangisinin kesin doğru olduğu konusunda fikir birliğine varılamamıştır. Konuşma yeteneğinin Allah tarafından insana verildiği, daha sonra da insanın, yaşadığı ortama ve şartlara göre, farklı etkenlerden hareketle çevresindeki eşyaya kendisinin isim koyduğu şeklindeki görüşe daha yatkın olduğumuzu belirtmeliyiz.

2. KUTSAL METİNLERDE DİL OLGUSU

Üç büyük kutsal kitap olan Tevrat, İncil ve Kur'an'da dil ve dilin ortaya çıkışı konusunda bazı bilgiler mevcuttur. Biz burada kronolojik sıraya göre, bu metinlerde dil ve dilin ortaya çıkışıyla ilgili tespit edebildiğimiz bilgileri vermeye çalışacağız.

2.1. KUTSAL KİTAPLARA GÖRE DİLİN ORTAYA ÇIKIŞI

Daha önce, bazı bilim adamlarının dilin ortaya çıkışı konusundaki görüşlerini ve bu yönde ileri sürdükleri teorileri vermiştik. Burada ise, kutsal kitaplarda tesbit edebildiğimiz konuyla ilgili bilgileri zikredeceğiz. Ancak şunu belirtmeliyiz ki, kutsal metinler, -özellikle Kur'an-, insanları herhangi bir konuda geniş bir şekilde bilgilendirmek gibi bir gaye taşımazlar. Bunlar daha çok, vakıalara dikkat çekerek oradan muhatabı imana götürmeyi amaçlarlar. Dolayısıyla dil ve dilin ortaya çıkışı gibi hususlarda kutsal kitaplarda sistematik bilgi bulunmamaktadır.

2.1.1. TEVRAT'A GÖRE

Tevrat, dilin ortaya çıkışı konusunda en geniş malumat veren kutsal kitaptır. Eşyalara isim konulması konusunda Tevrat bizlere şu bilgileri vermektedir: "Ve Rab Allah dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım. Ve Rab Allah, her kır hayvanını ve göklerin her kuşunu topraktan yaptı; ve onlara ne ad koyacağını görmek için adama getirdi; ve adam her birinin adını ne koydu ise, canlı mahlukun adı o oldu. Ve adam bütün sığırlara ve göklerin kuşlarına ve kır hayvanına ad koydu.. ."14

Kadına da ilk defa o "ischa" (İbranîce) adını vermiş ve bu isim bugüne kadar kullanıla gelmiştir.15 Tevrat'a göre, Allah adamı yarattıktan bir süre sonra üzerine derin bir uyku verir ve onun kaburga kemiğinden eşini yaratır, arkasından onu adamın yanına getirir. Adam uyanıp yanındaki kadını görünce şöyle der: "Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir; buna "ischa" denilecek, çünkü o "isch"ten (insan) alındı''16

Görüldüğü gibi Tevrat'a göre tüm varlıkların adlarını ilk insan koymuş ve bu isimler onun koyduğu gibi kalmıştır. Onun bu koyduğu isimlerle de ilk dil ortaya çıkmıştır.

Ancak Tevrat, ilk insanın konuşmayı nasıl öğrendiği, varlıklara isim koyma özelliği ve yeteneğini nasıl kazandığı konusunda bilgi vermez.

2.1.2. İNCİL'E GÖRE

İncil'de de kelam üzerinde durulur. Yuhanna İncili'nin ilk ayetlerinde şöyle denir: "Başlangıçta Kelam vardı; Kelam Allah'ta idi ve Kelam Allah idi. Başlangıçta o Allah'ta idi. Her şey onun vasıtasıyla varoldu ve varolan hiçbir şey onsuz olmadı"17 Yuhanna'nın başka bir yerinde de İsa'nın söylediği sözlerin (kelam) "ruh" olduğundan bahsedilir.18 Bu yüzden Hıristiyanlıkta, kelama,büyük bir önem verilmektedir (Elllul 1998: 73). Buralarda geçen "kelam" farklı şekillerde yorumlansa da, "söz"le, yani dil ile de ilişkisi kurulabilir.

İlk insanın konuşmayı nasıl öğrendiği, varlıklara nasıl isim koyduğu hususuna gelince, bu konuda Hıristiyan ilahiyatçılar da Tevrat'ta verilen bilgileri esas almaktadırlar. Çünkü onların kutsal kitap kolleksiyonu arasında, Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat da vardır. Başka bir ifadeyle onlar, Ahd-i Cedid dedikleri İncil yanında, Ahd-i Kadim dedikleri Tevrat'a da kutsal kitap olarak inanıp, ikisini birden Kitab-ı Mukaddes diye kabul etmektedirler. Dolayısıyla Ahd-i Kadim'deki bilgiler onları da bağlar.

2.1.3. KUR'AN'A GÖRE

Diğer ilahi kitaplar gibi Kur'an da ilk insan olan Âdem'den, ona eşyaların isimlerinin öğretilmesinden vs. bahseder. Yukarıda Tevrat'ın, Âdem'in konuşmayı nasıl öğrendiğinden, eşyanın adını neye göre koyduğundan, bunları nereden öğrendiğinden bahsetmediği belirtildi. Kur'an ise bu konuda bilgi vermekte ve ona bunları Allah'ın öğrettiğini anlatmaktadır: "Ve (Allah) Adem 'e isimlerin tümünü öğretti."19 Bundan hareketle, "varlıklara ilk kez Allah'ın ad koyduğu ve bunları Âdem'e öğrettiği" söylenebilir. Ancak bu ad koymanın ve buna dair bilgiyi Âdem'e öğretmenin keyfiyeti tam olarak bilinmemektedir. Bu konuyla ilgili olarak müslüman âlimler arasında meydana gelen görüş ayrılıklarının bir kısmına yukarıda temas etmiştik.

Dil olgusuyla doğrudan ilişkisi olan ve İncil'de çok mühim addedilen "kelam"a gelince, Kur'an da buna büyük değer atfetmektedir. Kelam sözcüğü muhtelif şekillerde Kur'an'da yetmiş beş defa geçmektedir.20 Buralarda "kelam" sözü farklı bağlamlarda ve genelde konuşma anlamında kullanılmıştır. Allah'ın Hz. Musa'yla konuşması, İsa peygamberin beşikteyken konuşması, yerden çıkacak olan bir dabbenin konuşması, uzuvların konuşması, Yahya ve İsa peygamberlere "Allah'ın kelimesi" denmesi bunların en dikkat çekenleridir.

Allah, Hz. Muhammed'e indirdiği kutsal kitabı Kur'an için de "kelam" nitelemesi yapmaktadır. Bu açıdan "kelam", aynı zamanda Kur'an'ın isimlerinden biridir. Nitekim ayette, "Rabbinin sözü (kelamı), hem doğruluk, hem de adalet bakımından tamamlanmıştır..'' denilmektedir ki, buradaki kelamdan kastın Kur'an olduğu belirtilmiştir.


Üç ilahi kitabın verdiği bilgiler göz önünde bulundurulduğunda, mevcudatın varlığından önce "söz"ün olduğu, eşyanın isimleri anlamında "söz"ü Allah'ın Adem'e öğrettiği, Adem'in de bu bilgiye dayanarak eşyaya isim verdiği ve bunun da gelişerek nesilden nesile geçtiği söylenebilir.

2.2. KUTSAL METİNLERE GÖRE KONUŞULAN İLK DİL

Yukarıda insanların dışındaki bazı varlıkların konuşmalarının mahiyetinin şimdilik bilinmediğine işaret ettik. Esasen onlar mahiyet itibariyle insanlardan farklı bir düzlemdedirler; dolayısıyla konuşmaları da farklı bir frekansta olacaktır. İnsan neslinin ilk kez ne zaman ve nasıl konuşmaya başladığına gelince, bütün kutsal kitaplar, Adem'i insanlığın atası olarak kabul ederler ve ilk kez onun konuştuğunu belirtirler. Nitekim yukarıda bunlara işaret ettik. Bazı kaynaklarımız, Adem'in yaratıldıktan ve bedenine ruh üflendikten sonra canlandığını, bu arada hapşırdığını, akabinde hemen "elhamdulillâh" dediğini kaydederler.Kesin olmayan bu görüşe göre Adem'in söylediği ilk söz, "elhamdulillâh" sözü olmaktadır. Adem'in konuşmayı nasıl öğrendiği, nasıl konuştuğu ve hangi dil ile konuşmaya başladığı gibi hususlar konusunda da kesin bilgiler mevcut değildir. Âlimler, Adem'in konuşmayı şu iki şekilden biriyle öğrenmiş olma ihtimalinden bahsediyorlar; ya her varlığın adını bizzat Allah koyup onları Adem'e öğretti, ya da Allah, Adem'e varlıklara isim koyup onları telaffuz etme istidadı verdi, o da buna göre varlıklara ad koydu (Yazır 1998: 308-309).

Âlimlerimiz, Adem'e, dilin öğretildiği veya ruhuna böyle bir yeteneğin üflendiği vakit konusunda da hemfikir değildirler; bu durum Adem'de henüz ruh verilmeden önce mi, yoksa ona ruh verilip insan şekline geldikten sonra mı gerçekleşmiştir? Ruh üflenmeden önce olması muhtemel olduğu gibi, daha sonra vuku bulmuş olması da mümkündür. Birinci ihtimale göre, Allah onun ruhuna böyle bir istidat vermiştir; o da insan olduktan sonra bu kabiliyetini kullanarak varlıklara isim koymuş, konuşmayı, dolayısıyla dili geliştirmiştir. İkinci ihtimale göre ise, Allah varlıkların isimlerini kendisi koymuş, sonra da bunları bir anda veya peyderpey Adem'e öğretmiş, o da bu öğrendiklerine göre konuşmuştur (Yazır 1998: 310-311).

Bu iki ihtimalden hangisinin kesin olduğu bilinmese de, bilinen bir gerçek vardır; o da Adem'in konuşan bir varlık olduğu ve hayatı boyunca konuştuğudur. Madem Adem konuşmuştur, o halde bu konuşmayı bir dil ile yapmış olmalıdır. Acaba bu dil, hangi dildir? O, hangi dil ile konuşmuştur? Bugün kullanılmakta olan dillerden biri ile mi, yoksa tarihin belli bir zaman aralığında kullanılıp sonra unutulmuş olan ölü dilleden biri ile mi? Bu konuda da net bir bilgiye sahip değiliz. Şayet bu konuşma, bugün kullanılmakta olan dillerden biri ise, bu dilin hangisi olduğu da kesin olarak bilinmemektedir.

Adem'in hayatı iki ayrı safhada ele alınabilir; birincisi, cennetteki hayatı; ikincisi ise, cennetten çıkarıldıktan sonraki hayatıdır. Adem ve eşi Havva, önceleri cennette yaşarlar. Müddetini bilmediğimiz bir süre orada kalırlar. Orada yaşarlarken varlıkların isimleri kendilerine öğretilmiştir. Nitekim Kur'an'daki bir ayette, "Ve (Allah) Adem 'e bütün isimleri öğretti"denilerek buna işaret edilmektedir. Bazı müslüman araştırmacılar, bu ayete istinaden, Adem'e yeryüzündeki her şeyin isminin öğretildiğini söylemektedirler. Bu âlimlere göre bunlar, kendisinden türeyecek bütün insanların, hayvanların, göğün, yerin, denizin, deve, at, merkep ve benzeri yaratıkların isimleri; çanak çömlek yapma gibi zenaatlar, bütün eşyanın sıfatı, ne işe yaradığı gibi hususlardır. İmam Sadık, "Allah, Adem'e ne öğretti?" diye soranlara, "Yerleri, dağları, dereleri, ovaları.. " dedikten sonra, üstünde oturduğu sergiyi göstererek, "Bu sergi de, yüce Allah'ın, Adem'e öğrettiği şeylerdendir" demiş, böylece ona her şeyin öğretildiğini belirtmek istemiştir.Bir önceki ayette geçen "halife" kelimesinden hareketle, burada sözü edilen eğitimin, siyasetin ilkeleri olduğu da söylenmiştir (Bayraklı 2001: 303). Ayrıca ayette, insanın kan dökücülük ve bozgunculuk yönüne işaret edilmesinden hareketle, buradaki eğitimden kastın, insanın kabalık, hamlık ve vahşiliğini ortadan kaldıracak eğitim ilkeleri olduğu da belirtilmiştir (Bayraklı 2001: 303). Ancak bunlar kesin bilgiler olmayıp, mevsuk olmayan rivayetlerden ve tahminden ibarettir. Bu öğretilen şeyler, dünya hayatına ait varlıkların isimleri ve mahiyetleri ile ilgili bilgiler olabileceği gibi, meleklerle birlikte olması hasebiyle o düzleme ait bir takım varlıkların bilgisi de olabilir. Esasen bütün bu isimler, Adem'e, meleklerle birlikte tabi tutulduğu bir imtihanda başarılı olması için öğretilmiştir, yani tamamen o düzleme aittir.

Yukarıda onların cennet hayatındaki konuşmalarından bahsedildi ve bu konuşmanın hangi dilde olduğunun kesin olarak bilinmediği belirtildi. İlahi kitaplar, Adem ile eşinin yasak ağaçtan yemelerinden sonra içinde bulundukları cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirildiklerini anlatırlar.

Adem ile eşinin yeryüzüne indirildikten sonra da konuştukları muhakkaktır. Ancak hangi dil ile konuştukları kesin olarak bilinmemektedir. Acaba daha önce cennet hayatında konuştukları dili mi kullanmaya devam etmişler, yoksa yeni bir dil ile mi konuşmuşlardır? Şayet yeni bir dil ile konuşmuşlarsa, bu dili nasıl öğrenmişlerdir? Yukarıda yer verdiğimiz gibi, zamanla bu dili kendileri mi ihdas edip öğrenmiş, yoksa Allah mı kendilerine öğretmiştir? Bu konuda Kur'an'da ve diğer ilahi kitaplarda herhangi bir bilgiye rastlamadık. Ancak, yeryüzü hayatında ilk insanın, başlangıçta veya daha sonraları bir dil öğrenip konuştuğu bir gerçektir. Bazı âlimler, yukarıda zikredilen "Ve (Allah) Adem'e bütün isimleri öğretti" ayetinden hareketle, Adem'e yeryüzündeki her şeyin isminin öğretildiğini söylemektedirler. Dolayısıyla Adem, yeryüzünde Allah tarafından kendisine cennet hayatında öğretilen bu dil ile konuşmuştur. Konuyu değerlendiren bazı bilginler, Adem'den önceki yaratıkların konuşmaktan yoksun olduklarını belirttikten sonra, "dil yeteneği, eşya hakkında bilgi sahibi olup eşyayı bilinçli olarak işleme özelliği, sanat kabiliyeti ancak insanda ortaya çıkmıştır" diyerek, bunların, Allah tarafından insana verildiğine işaret etmekte ve yukarıda verdiğimiz ayeti de buna delil getirmektedirler. (Ateş 1989: I/144).

Bu görüş kuvvetle muhtemel olmakla birlikte, Allah'ın öğrettiği isimlerin yukarıda da değinildiği gibi cennet hayatındaki nesnelerle ilgili olduğu, yeryüzüne indikten sonra konuşma dilini ve eşyaların adlarını, Allah'ın onda ihdas ettiği yetenek sayesinde kendi gayretleriyle kendisinin koyduğu da iddia edilebilir. Nitekim konuyla ilgili bir ayette, Adem'in yere indirilmesinden sonra Rabbinden bazı kelimeler öğrendiği ve onlarla Allah'a tevbe ettiği belirtilir: "Bunun üzerine Adem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi ve (bunlarla) O'na tevbe etti. O da tevbesini kabul etti..." Acaba bu ifade, Adem'in yere indikten sonra yeni bir dil öğrendiği anlamına gelebilir mi? Böyle bir ihtimal söz konusu edilebilir. Bazı âlimlerimiz, burada Adem'in Rabbinden bazı kelimeler almasını, "kendisine verilen akla, bir takım bilgilerin doğması" şeklinde yorumlamışlardır (Ateş 1989: I/148). Bazıları da, özellikle İbn Mes'ud, İbn Abbas gibi sahabenin önde gelenlerine atfettikleri rivayetlerle, bunların Arapça bir takım ibareler olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre, Adem'in Rabbinden aldığı sözler, "Allah 'ım sen her türlü eksik sıfattan münezehhsin ve her türlü kemal sıfatla muttasıfsın; sana hamdederim. Senin ismin mübarektir; şanın yücedir. Senden başka ilah yoktur; kendime zulmettim, beni affet, günahları ancak sen affedersin" anlamına gelen "Subhaneke Allahumma ve bihamdik ve tebarek'smuk ve teâlâ cedduk. La ilâhe illâ ente, zalamtu nefsî, f'ağfir lî, innehu la yağfiru'z-zunûbe illâ ente" şeklindeki Arapça duadır. Kur'an'da da, Adem ile Havva'nın, "Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz"dedikleri ifade edilmektedir ki, bu ayet, yukarıda sözü geçen rivayetteki duanın son kısmına paralel bir nitelik taşımaktadır. Bazı kaynaklarda kaydedildiğine göre bu dil, Adem'e bir anda ve toptan öğretilmiştir.

Burada, Adem'in Rabbinden alıp konuştuğu ilk sözlerin Arapça olduğu belirtilmiş oluyor. Bunun yanında, Adem'in yere indikten sonra çocuklarıyla Süryânîce konuştuğu ve Adem'in konuştuğu ilk dilin bu dil olduğu da iddia edilmiştir. Konuyu işleyenler arasında yer alan İhvânu's-Safa gurubu da, 17. risalelerinde, "ihtilâfu'l-luğât" bölümünde, Adem ve Havva ile evlatlarının, dünya hayatında Süryânîce veya Nabâtîce konuşmuş olabilecekleri ihtimali üzerinde durmuşlardır. Ancak bu iddialar, ciddi delillere dayandırılmadan ileri sürülmüş görüşlerdir. Sonuç olarak, Adem'in cennette ve daha sonraları dünya hayatında konuştuğu dilin hangi dil olduğu tam olarak bilinmemektedir.

2.3. KUTSAL METİNLERE GÖRE DİLİN FARKLILAŞMASI

Yukarıda da belirtildiği gibi ilk dilin hangi dil olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı iddialar ileri sürülmüştür. Bir gurup âlimin naklettiğine göre, "Allah Adem'e bütün "isim"leri öğretti" ayetinde sözü geçen "isim" ile, Arapça, Farsça, Rumca, İbranice, Süryanice ve diğer dillerde bütün yaratıkların isimlerinin öğretilmiş olması murat edilmiştir. Allah Adem'e bütün dilleri öğretmiştir ve bütün dillerle ilk konuşan odur. Hatta, yine Kur'an'dan bir ayet olan "insanı yarattı ve ona beyanı (konuşup düşüncelerini açıklamayı) öğretti" ifadesine dayanılarak, Allah'ın Adem'e 700 dil öğrettiği iddia edilmiştir. Adem'in çocukları da başlangıçta bu dillerin tümü ile konuşuyorlardı, ancak Adem ölüp, çocukları, torunları farklı yerlere dağılınca, onların her bir grubu, zamanla bu dillerden birini konuşur oldu. Aradan uzun zaman geçip bütün bu dilleri bilen ilk nesil ölünce, yeni nesiller diğer dilleri bilmez oldular, her grup kendine ait bir dili bilir ve onunla konuşur oldu. Böylece farklı diller ortaya çıktı.


Bunun yanında, Adem'in önceleri tek bir dil konuştuğu, daha sonraları diğer dillerin bu ilk dilden türediği de söylenmiştir. Âlimler, daha çok bu ilk dilin Süryanice, Nabâtice veya İbranice olabileceğini söylemektedirler. Bilhassa bazı müslüman âlimlerin, bunun Arapça olduğunu iddia ettikleri de olmuştur. Hatta bu konuda pek çok deliller dahi ileri sürmüşlerdir. İbn Abbas'a atfedilen bir görüşe göre, "Allah Adem'e bütün isimleri öğretti" ayetinde sözü geçen isimler, Arapça olarak öğretilmiştir. Bu yüzden "Arapça, Allah tarafından vaz'edilmiş bir dildir", yani orijinal deyimiyle "tevkîfî"dir İbn Kesir'in (v. 774/1372) nakletti ğine göre, Süfyan es-Sevri, Adem'in konuştuğu dilin Arapça olduğunu; tüm ilâhî kitapların bu dille indiğini, daha sonraları diğer dillere çevrildiğini söylemiştir.42 Bazı rivayetlerde, Adem'in cennette konuştuğu dilin Arapça olduğu, yasak meyveden yediği için ceza olarak kendisinden bu dilin alındığı, onun yerine Süryanice'nin verildiği, ancak dünya hayatında tevbe edip af dilemesi üzerine, yeniden kendisine Arapça'nın verildiği belirtilmektedir.43 Bu konuda başka iddialar da ileri sürülmüştür44 ki, bu tür görüşlerin herhangi bir dayanağının olmadığını söylemek durumundayız.

Kur'an, insanların önceleri bir tek millet olduklarından bahsetmekle birlikte dillerinin bir tek dil olduğunu söylemez. Ancak Kur'an, insanların önceleri bir tek ümmet olduklarından bahsetmektedir: "İnsanlar bir tek ümmet idi..''45 Başka bir ayette ise bu husus şöyle dile getirilmektedir: "İnsanlar aslında tek bir ümmet idiler; sonradan ayrıldılar..."46 Acaba söz konusu dönemde bir tek ümmet olan insanların dilleri de bir miydi? Doğal olan, dillerinin de bir olmasıdır. Dolayısıyla, söz konusu zaman diliminde bir tek ümmet olan insanların, dillerinin de bir olduğu söylenebilir. Nitekim önemli müfessirlerimizden Hamdi Yazır, insanların başlangıçta bir tek toplum ve bir tek millet olduklarından bahisle buna işaret etmektedir (Yazır 1998: II/69). Ancak "ümmet" kelimesi, farklı dilleri konuştuğu halde, aynı inanç etrafında toplanan veya ortak niteliklere sahip olan insalar gurubu anlamına gelmesi hasebiyle, tek ümmet oldukları halde, dillerinin farklı olması da muhtemeldir.

Kur'an, bu konuda bir şey söylemezken, Tevrat, konuya açıklık getirmekte ve insanların dillerinin bir olduğunu açıkça belirtmektedir: "Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi..."41 Tevrat'ta daha sonra âdemoğullarının bir şehir (Babil) kurmalarından ve orada başı göklere değecek kadar yüksek bir kule yapmalarından söz edilerek şöyle denmektedir: "Ve âdemoğullarının yapmakta oldukları şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Ve Rab dedi: İşte bir kavimdirler ve onların hepsinin bir dili var ve yapmaya başladıkları şey budur ve şimdi yapmaya niyet ettiklerinden hiçbir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin inelim ve birbirlerinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil denildi; çünkü Rab, bütün dünyanın dilini orada karıştırdı ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı." Tevrat'ta yer alan bu ifadelerden, insanların, önceleri dillerinin tek bir dil olduğu, ancak daha sonra Rab Allah tarafından dillerinin karıştırıldığı, böylece farklı dillerin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.

Buna benzer bir rivayet İbn Abbas'a da atfedilmektedir. Buna göre, Nuh'a 80 civarında kişi iman etti. Bunlar, tufanın dinmesinden sonra Musul yakınlarında bir yere indiler ve orada "Seksenlerin köyü" adında bir köy kurdular. Bu köyde yaşayan 80 kişinin bir gün dilleri birbirine karıştı, 80 ayrı dil oldu, hiçbiri diğerini anlamaz oldu. Bu dillerden biri de Arapça idi. Nuh ise hepsini anlıyordu, bu yüzden aralarında tercümanlık yapıyor, aralarındaki konuşmaları açıklayıp beyan ediyordu.

Bu konuda ayrıca şöyle bir rivayet de nakledilmektedir: Nuh'un gemisindekilerin dili Süryanice idi. Ancak gemide bulunan Cürhüm adındaki birinin dili Arapça idi. Gemiden indikten bir süre sonra İrem b. Sam, Cürhüm'ün bazı kızlarıyla evlendi, böylece onların dili Arapça oldu, diğerlerinin dili Süryanice olarak kaldı.

Dillerin bir asıldan mı geldikleri, yoksa ayrı ayrı mı teşekkül etmiş oldukları konusu tartışmalı olmakla birlikte, dil bilimcilerin çoğu, Tevrat'ta da belirtildiği gibi dillerin bir asıldan geldiği fikrindedirler (Üçok 1947: 36-42). Bazı müslüman âlimlerin, dillerin bir dilden türemeyip, bütün dillerin Allah tarafından yaratılıp insanlara verildiğine inandıklarını da belirtelim ki, yukarıda buna temas edildi.

SONUÇ

Yukarıdan itibaren verilen bilgilere bakarak, başta Kur'an olmak üzere kutsal kitapların, dil konusuna oldukça önem verdiklerini söyleyebiliriz. İlk insan olan Adem'e, dili, yani varlıkların isimlerini bizzat Allah öğretmiştir. Fakat bu öğretmenin mahiyeti ve keyfiyeti hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. Bu dilin hangi dil olduğu konusu da net değildir ve bu husus âlimler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Dillerin farklılaşması ve birbirinden üstünlüğü konusunda muhtelif görüş ve anlayışlar bulunmakla birlikte, bize göre önemli olan, birbirimizi anlayabilmek; dillerin farklılığını, toplumsal tabakalaşma ve kutuplaşmaya değil, anlaşıp kaynaşmaya vesile yapmaktır. Bu nokta, tarih boyunca her zaman ihtiyaç duyulmuş bir husus olmakla birlikte, giderek farklılıkların ön plana çıkarıldığı ve bunun da kültürel çatışmaya sebep kılındığı bir dünya haline geldiğimiz bu günlerde, buna daha fazla ihtiyacımız olduğu kanaatindeyiz.

Hidayet AYDAR- Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi.

İsmail ULUTAŞ- Yrd. Doç. Dr., Balıkesir Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,



KAYNAKÇA

AKSAN, Doğan (1998): Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

ATEŞ, Süleyman (1989): Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul.

BAYRAKLI, Bayraktar (2001): Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur'an Tefsiri, İşaret Yayınları, İstanbul.

BENVENISTE, Emile (1995): Genel Dilbilim Sorunları, (Çev. E. Öztokat), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

CORBALLIS, Michael C. (2003): İşaretten Konuşmaya Dilin Kökeni ve Gelişimi, (Çev. A. Görey), Kitap Yayınları, İstanbul.

D'ANDRADE, Roy (2002): "Cultural Darwinism and Language" American Anthropologist 104 no:1, March, s. 223-232.

ELLUL, Jacques (1998): Sözün Düşüşü (Çev. H. Arslan), Paradigma Yayınları, İstanbul.

ESÎRUDDÎN EL-EBHERÎ, (1998): Îsâgûcî Mantığa Giriş, (Metin çeviri-inceleme: H.Sarıoğlu), İz Yayıncılık, İstanbul.

GUTİN, Jo Ann C. (1996): "A Brain That Talks", Discover 17, January, s. 82-90.

İncil Müjde (1986) (Çev. Hakkı Demirel) Ankara.

KARAAĞAÇ, Günay (2002): Dil, Tarih ve İnsan, Akçağ Yayınları, Ankara,

KIRAN, Zeynel (1996): Dilbilim Akımları / Saussure'den Günümüze Dilbilim Akımları, Onur Yayınları, Ankara.

Kitab-ı Mukaddes (1981): Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul.

NOWAK, Martin A. (2000-2001): "Homo Grammaticus", Natural History 109 no:10, December / January, s. 36-44.

OTTE, Marcel (2007): "The Origins of Language: Material Sources", Diogenes (International Council for Philosophy and


Humanistic Studies) 54 no:2, s. 49-59 ( Fransızcadan İngilizceye Çeviren: Jean Burrell).

SHANAHAN, Daniel (2000): "Affect and Cognition in Two Theories of the Origin of Language", Papers on Language & Literature 36 no:3, Summer, s. 246-70.

URBAN, Greg (2002): "Metasignaling and Language Origins" , American Anthropologist 104 no:1, March, s. 233-246.

ÜÇOK, Necip (1947): Genel Dilbilim, Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları.

YAZIR, M. Hamdi (1998): Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşriyat,

İstanbul.

ZİMMER, Carl (1995): "Early Signifiers", Discover, 16, May, s. 38­39.

-------
Kaynak: http://www.turkcede.org/dil-uzerine-yazilar/578-dilin-kokeni-kuran-i-kerim-ve-diger-kutsal-kitaplara-gore-dil-olgusu.html
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"REKLAMLARDA YAPILAN TÜRKÇE YANLIŞLARI" Aug 12, 2013

--Alıntıdır--


Reklam sektörü dendiği zaman hemen tüm gözler sadece reklam ajanslarına çevrilmektedir. Oysa reklam kavramı daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Reklam sektörü reklam ajansları, reklamverenlerin reklam ve halkla ilişkiler bölümleri, reklamverenlerin pazarlama ve pazarlama iletişimi bölümleri, medya, matbaalar, dijital baskıcılar, serbest çalışan reklamcılar, reklam filmi yapımcıları, araştırma şirketleri gibi geniş bir alandan
... See more
--Alıntıdır--


Reklam sektörü dendiği zaman hemen tüm gözler sadece reklam ajanslarına çevrilmektedir. Oysa reklam kavramı daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Reklam sektörü reklam ajansları, reklamverenlerin reklam ve halkla ilişkiler bölümleri, reklamverenlerin pazarlama ve pazarlama iletişimi bölümleri, medya, matbaalar, dijital baskıcılar, serbest çalışan reklamcılar, reklam filmi yapımcıları, araştırma şirketleri gibi geniş bir alandan oluşmaktadır.

Reklam alanında kullanılan Türkçede yapılan yanlışlar sadece ajanslardan kaynaklanmamakta, yukarıda söylediğimiz geniş alanda yapılmaktadır.

Daha önceki yıllar yapılan bazı küçük ve dar kapsamlı araştırmalar göstermiştir ki, tüm mecralar incelendiği zaman en az Türkçe hatası reklam sektöründe yapılmaktadır. En çok Türkçe hatası ise medyada karşımıza çıkmaktadır. Günlük dilde halkın yaptığı Türkçe hataları ise çok yüksek boyutlardadır.

Reklam sektörünün içinde de yine en az Türkçe yanlışı reklam ajanslarından çıkan çalışmalarda görülmektedir. Bunun nedeni ise çok basittir. En çok yapılan Türkçe yanlışları sıralandığında iki madde öne çıkmaktadır. Yanlış sözcük kullanımı ve yanlış ifade kullanımı. Reklam ajanslarında sürekli olarak yazım kılavuzu, deyimler kılavuzu ve sözlük kullanıldığı için yanlışlıklar en az seviyededir. Sanıldığı ve sürekli dile getirildiği gibi reklamcılar Türkçeye zarar vermemektedir.

Türkçe yanlışı diye reklamcıların önüne konulan örneklerin başında, yabancı sözcükler gelmektedir. Özellikle de marka isimleri. Oysa marka isimleri, mağaza tabelaları, kafe isimleri gibi uygulamaların pek çoğu reklamcılar tarafından yapılmamaktadır. Bilinçli reklamverenler marka ismi oluşturacakları zaman ajanslardan konu ile ilgili çalışma isterler. Bu çalışmada da nasıl bir isim istediklerini belirtirler. Pek azı Türkçe isim istediklerini belirtirler. Genelde Türkiye’de marka sahipleri, yabancı isim isteğinde bulunurlar. Tüketicilerin kendilerini yabancı marka sanmalarını arzularlar. Bunun sorumlusu reklam ajansları değil, reklamverenlerdir. Aynı şekilde kafesinin ismini yabancı isim koyan bir kafe sahibi doğal olarak bir reklam ajansı ile çalışmıyordur. Bu tür yanlışlar için mekan sahiplerini ve reklamverenleri suçlamak daha doğru olacaktır.

Yabancı sözcük kullanımı konusunda reklamcılar sürekli suçlanan kesimdir. Oysa biz reklamcılar, iletişim amaçlı Türkçeyi kullanırken özellikle yabancı sözcük kullanmamaya özen gösteririz. Kullandığımız Türkçe sözcükler arasında Osmanlıca, İngilizce, Fransızca, Farsça, Arapça, İtalyanca kökenli sözcükler olabilir. Biz doğrudan yabancı sözcük kullanmayız. Yabancı sözcükler Türkçeye girdiği zaman TDK ya da Dil Derneği gibi kurumlar yabancı sözcüklere Türkçe kurallarına uygun sözcükler önerirler. Bu sözcükleri çeşitli kurumlar aracılığı ile halkın kullanımına sunarlar. Yaşayan Türkçe içinde önerilen Türkçe sözcükler kabul görürse herkes tarafından kullanılmaya başlanır. Kabul görmezse yabancı sözcük, Türkçe kurallarına uygun olarak Türkçeleştirilir ve Türkçeleştirilmiş olarak kullanılır. Biz reklamcıların kullandığı iddia edilen yabancı sözcükler, Türkçeleştirilmiş sözcüklerdir. Bazen de Osmanlıca kökenli sözcükleri kullanırız. İletişim süreci içinde daha etkili olan sözcükleri seçmek bizim işimizdir. Kullanımdan kalkmadığı sürece Türkçe sözlüklerde bulunan her sözcüğü, her vatandaş gibi biz reklamcıların da kullanma hakkı vardır. Bunun önümüze Türkçe yanlışı olarak getirilmesi doğru değildir.

Reklamcıların işlerinde Yazım Kılavuzu kullanmalarına rağmen yine de arada bir sözcüklerin yanlış yazıldığı gözlemlenmektedir.
Reklamlarda karşımıza çıkan bu yanlışlıklar reklam yazarlarına sorulduğunda iki neden karşımıza çıkıyor. Birincisi reklam yazarının bilmeden yaptığı hata, ikincisi ise müşterinin yanlış yazım üzerine ısrar etmesi. Özellikle reklam yazarları Yazım Kılavuzu ile çalıştığı için sözcükler üzerinde önemle durmaktadır. Ancak, ticari bir disiplin olan reklamcılıkta sonuç olarak müşterinin isteği uygulanabilmektedir. Bu gibi durumlarda ajans özellikle yanlış kullanıldığı konusunda reklamvereni uyarır. Ya da yanlış, reklam yazarının yaptığı bir hata ise bu hata bazen hem ajans içinde hem de reklamveren kontrolünden kaçabilmektedir.

Reklamcılar bazı reklamlarda günlük konuşma dilini kullanmaktadırlar. Bunun nedeni ilgili hedef kitleye ulaşma çabasıdır. Durum böyle olunca günlük konuşma dilinin reklamlarda kullanılması hata gibi görülmektedir. Oysa günlük konuşma dilini düzeltecek olanlar reklamcılar değildir. Reklamcılar bu durumda bile yanlış Türkçe kullanmamaktadırlar. Sadece ilgili hedef kitlenin şivesi ve tarzı reklamlara yansıtılmaktadır. Bu da bir Türkçe yanlışı değildir.

Yine günlük konuşmalardan elde ettiğimiz yeni deyimler biz reklamcılar için önemli bir dil ve iletişim malzemesidir. Bunu da kullanmak yanlış değildir. Değişen Türkçe içinde halkın yarattığı ve kullanmaya başladığı bir deyimi kullanmak yerindedir.

Günümüzde pek çok yazım kılavuzu olması ise yanlışları tek bir kılavuzdan düzeltme konusunda zorluk çıkarmaktadır. Genelde kullanılan yazım kılavuzları şunlardır:

Dil Derneği Yazım Kılavuzu
Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuzu
Ömer Asım Aksoy imzasını taşıyan Yazım Kılavuzu
Ali Püsküllüoğlu imzasını taşıyan kılavuzlar ve sözlükler

Yazım kılavuzları yanı sıra ajansların çok büyük kısmı Türkçe olarak yazılmış tüm sözlükleri de barındırmaktadır. Bu nedenle reklam yazarı, düzeltmen ya da müşteri temsilcileri hem yazım kılavuzlarını hem de sözlükleri takip eder. Sözlüklerin de çokluğu yine kafa karışmasına neden olan durumlardan biridir. Hangi sözlük doğrudur, bunun bilinmemesi sorunlara neden olmaktadır.

Reklam sektörünün insan kaynağı olarak beslendiği alan üniversitelerdir. Ne yazık ki, Reklam Yaratıcıları Derneği olarak yaptığımız reklam yarışmalarında, öğrencilerimizden gelen işleri incelediğimizde en önemli sorunların yanlış Türkçe kullanımı ve Türkçe ifadede yetersizliği olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu durumun ilk, orta ve yüksek öğrenim döneminde çözülemediği açıktır. Türkçenin yanlış kullanımı sektörümüzde hem işleri olumsuz etkilemekte hem de iletişim sorununun yaşanmasına neden olmaktadır. Bu durumun eğitimciler tarafından ele alınması gerekmektedir. Reklam sektöründe halen çalışan reklamcıların çok büyük kısmı Türk Dili ve Edebiyatı ya da Türkoloji bölümlerinden mezun değildir. Çünkü, reklamcılık bir yaratıcı düşünme alanıdır. Bu kişiler toplumun her kesiminden ve herhangi bir okuldan gelebilir. Bu nedenle sektör Türkçe eğitimini kendi içinde olağan bir iş süreci olarak yapmaktadır. Ancak, belirttiğimiz üzere anadili Türkçe olan gençlerimizin, Türkçe sorunları eğitim yıllarında eğitmenler tarafından çözülmesi gereken bir durumdur.

Reklam sektöründe yine de yanlışlıklar yapılmaktadır. Bu yanlışlıklar ana başlıkları ve kısa örnekleriyle RYD tarafından derlenmektedir. Çok yakında bu blog üzerinden tüm okurlarla paylaşılacaktır.

Reklam Yaratıcıları Derneği
Türkçe Çalışma Kurulu

Kaynak: http://turkcebilgisi.blogspot.com/2008/04/reklamlarda-yapilan-trke-yanlilari.html
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Kamyon Arkası Yazıları" Aug 12, 2013

--Alıntıdır--



Yaratıcılık mı, mizah anlayışı mı bilinmez, konu Türkçe olunca kamyon arkası yazıları her zaman aklımızın bir köşesinde belirir. Sizlere mizah yönleriyle, yanlış Türkçe kullanımlarıyla (resimlerde) pek çok yazı topladık.

Liselim

Ay yüzlüm

Rampaların ustasıyım, gözlerinin hastasıyım.

Yaklaşma tozumu yutarsın.

Eğer bu yazıyı okuyabiliyorsan
... See more
--Alıntıdır--



Yaratıcılık mı, mizah anlayışı mı bilinmez, konu Türkçe olunca kamyon arkası yazıları her zaman aklımızın bir köşesinde belirir. Sizlere mizah yönleriyle, yanlış Türkçe kullanımlarıyla (resimlerde) pek çok yazı topladık.

Liselim

Ay yüzlüm

Rampaların ustasıyım, gözlerinin hastasıyım.

Yaklaşma tozumu yutarsın.

Eğer bu yazıyı okuyabiliyorsan
çok fazla yaklaşmışsın demektir.

Gözlerin güzel ama bakmasını bilmiyorsun.

Ceylan gözlüm

Dünya dikenli bir hayat, sevenlerde mi kabahat?

Dünya delikanlı olsaydı, yuvarlak olmazdı.

İnsanlık buysa, üstü kalsın.

Naz yapma.

Muhatabım değilsin.

Korna çalma, uyuyorum.

Ustan Kim?

Beni izleme, ben de kayboldum.

Ecelle sözlü, ölümle nişanlıyım.

Sol şeritler şahıyım, yolların padişahıyım.

O iş tamam abi.

Radar mahkumu.

Evlat, fazla bıdı bıdı yapma, baban yorgun.

Tatilden mi şekerim?

Fredinin kabusu.



Nazar etme ne olur, çalışma senin de olur...

Babam sağolsun...

Ezer geçerim.

Kalbinde yerim yoksa sevgilim, farketmez ben kokpitte de giderim.

İstanbul Ankara 6 saat, sana olan sevgim 24 saat.

Gidişine yollar. Duruşuna ben hastayım.

Yaklaşma toz olursun, yollarda kaybolursun.

Rampada geçme beni, düzlükte ezerim seni.

Karayollarında değil, senin kollarında öleyim.

Sen doğan güneş, ben yollarda çilekeş.

Yollar gidişime, kızlar duruşuma hasta.

Burma burma bıyıklarım, Tarkan seni ayıklarım.

Hatalıysam, aramızda kalsın.

Aşıksan vur saza, şoförsen bas gaza.

Ben böyle değildim, yaşarken oldum.

Hatalıysam yüzyüze konuşalım.

Büyüyünce tır olacağım.

Tek rakibim THY.

Gönlünde yer yoksa, ayakta giderim.

Ya sev, ya terket.

Klibimde oynar mısın?

Duanla mı yaşıyarum ki, bedduanla öleyim.

Yük taşırım, laf taşımam.

İrtibatı koparmayalım.

O sensin!

Aşkın bana hız verir.

Vıdı vıdı yapma, geçeceksen geç.

Seni uzaktan severim, ruhun duymaz.

Senin hızın kadar benim havam var.

O şimdi kamyon şoförü. Zoruna mı gitti bebek yüzlü?

Herkes haddini bilecek.

Yolların kavruk çocuğu...

Cehennemde mevsim yok güzelim.

Aslana söz verdim, çakala yem olmam.

Yeni nesle aşinayım.

Sen bana kıyamazsın.

Davetiyeni aldım, üstünde gözyaşı vardı.

Eskiden nefesimdin, şimdi nefretim oldun.

Azrailin yüzünü görmek istemezsin.

Kaldırım kadınların, yol erkeklerindir.

Bu genel yazıların yanı sıra bir de markalar üzerine yazılmış yazılar var. Şoförlerin kendi araçlarını ne kadar sevdikleri ve rakiplerinden nasıl ayrışmak istediklerinin güzel bir örneği:

Alırsın Ford olursun lord 


Kuzu kurdun yol fordun 


Al fordun dizelini sev köyün güzelini 


Sarı kızın nazı, fordun ara gazı 


Ovada yeşil ot, rampada mavi ford 


Sattım koç aldım doç 


Koyun koçun, yol doçun 


Kurban kesilir koç, yollara yakışır dodge 


Sağlam şoför kalmaz rampada, Müslüm Baba sığmaz i-pod'a 


Mercedes'ten korksaydık Susurluk'a girmezdik 


Nescafe bile üçü bir arada ben niye yalnızım 


Ahirette iman yollarda Man


Horoz Lojistik, 2007 yılında ilginç bir yarışma düzenledi. Kamyon arkası yazıları arasından değerlendirme yapıldı. İşte, sizlere yarışmaya katılan ve dereceye giren yeni kamyon arkası yazıları:

İşte en yeni sıfır kilometre Kamyon Arkası Yazıları

Birinci : “Kamyon Çeker 10-20 ton, Gönlüm Çeker Paris Hilton” 

Serkan Demirel, İstanbul



İkinci : “Hayatımı Yazsam, Duble Yol Olur...” 

Ersan Deveci, İstanbul



Üçüncü : “Araman İçin İlla Hata Mı Yapmam Gerekir?” 

Tuna Karslı, İstanbul



Mansiyon 1 : “Küresel Isınmaya Karşı Su Tankerlerine Geçiş Üstünlüğü Verilsin”

Güney Öncü, Fethiye



Mansiyon 2 : “İyi Mazot Selülit Yapmaz”

Naci Bektaş, Düzce



Mansiyon 3 : “Gazla Uçabilirsin, Ama Frenle Konamazsın...!”

Ömer Avni Bilgin, Kuşadası



Mansiyon 4 : “Bas Gaza, Frene, Debriyaja… Götür Ver Parayı Vergiye, Stopaja”

Kayhan Özarslan, Tekirdağ



Mansiyon 5 : “Ne Müslüm’den Ne De Orhan’dan, Sevdiğim Tek Parça “Yedek Parça””

Uygar Haçbozan, Bandırma



Jüri özel ödülü: “Arabada Yalnız Var!”
İ.Kerem
Can Çalışkan, Ankara
------

Kaynak: http://turkcebilgisi.blogspot.com/2008/04/kamyon-arkas-yazlar.html
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Pamuk’a Nobeli çevirmenler mi kazandırdı?" Aug 12, 2013

--Alıntıdır--

HABER: YASEMİN ARPA
NTV-MSNBC
Güncelleme: 00:07 TSİ 26 Ocak 2008 Cumartesi
===================================


AB Genel Sekreteri Demiralp’in Pamuk’la ilgili, “Türkçe sorunu var; Nobel’i verenler Pamuk’un eserlerini Türkçesinden okusalardı aynı değerlendirmeyi yaparlar mıydı” sözleri tartışma yarattı: “Çeviri, eseri aslından daha değerli hale getirilebilir mi?”

İSTANBUL - Doğan H
... See more
--Alıntıdır--

HABER: YASEMİN ARPA
NTV-MSNBC
Güncelleme: 00:07 TSİ 26 Ocak 2008 Cumartesi
===================================


AB Genel Sekreteri Demiralp’in Pamuk’la ilgili, “Türkçe sorunu var; Nobel’i verenler Pamuk’un eserlerini Türkçesinden okusalardı aynı değerlendirmeyi yaparlar mıydı” sözleri tartışma yarattı: “Çeviri, eseri aslından daha değerli hale getirilebilir mi?”

İSTANBUL - Doğan Hızlan: İyi denemeci Oğuz Demiralp’in Cumhuriyet’te yayınlanan Orhan Pamuk hakkındaki bir konuşması, birden bire sevdikleri yazara toz kondurmayanları ayaklandırdı. ÇEVBİR Başkanı Tuncay Birkan: Böyle iddiaların arkasında siyasi bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Hanneke van der Heijden: “Bir sürü düzeltme yapıldıktan sonra kitapları basılacak, onun için Nobel ödülünü aldı” diye bir kanı var bazı insanlarda. Ben buna gerçekten katılmıyorum. Bizim de meslek ahlakımız var. Yazıda ne yazarsa onu çeviririz. Ahmet Cemal: Ben Pamuk’un Nobel ödülünü kazanamayacak bir Türkçesi olduğuna inanmıyorum. Seçkin Selvi: Bir somut örnek verilmesi gerekir; bu kitap şöyleydi, ama çeviri buna şöyle şöyle katkılarda bulundu diye. Somut örnekleme yapmadan, gerekçe göstermeden hiç eleştiri yapılamaz.


BARLAS: NOBEL’Lİ TEK TÜRK’ÜN BAŞARISINA TAKILMAK
Edebiyat yapıtları başka dillere çevrilirken, aslından daha değerli hale getirilebilir mi? AB Genel Sekreteri Büyükelçi, denemeci Oğuz Demiralp’in Cumhuriyet’te yayınlanan yazısında Orhan Pamuk hakkında, “Türkçe sorunu bulunduğunu ve Nobel verenlerin Pamuk’un eserlerini Türkçesinden okusalardı aynı değerlendirmenin yapılıp yapılmayacağı konusunda teknik bir şüphesi olduğuna” ilişkin sözleri edebiyat çevresinde tartışma yarattı. Mehmet Barlas, “Bir başkadır benim memleketim” başlıklı yazısında Oğuz Demiralp’e “Kimi ‘Nobel Pamuk’a değil, çevirmene verilmeliydi’ diye düşünür. Neyse... Bizim diplomatlarımız neden Kıbrıs’a herhangi bir dilde 30 yıldır çözüm üretemediklerini araştırmak yerine, Nobel’li tek Türk’ün başarısına takıldıkları için de bir başkadır benim memleketim” sözleriyle karşılık verince Doğan Hızlan da, “Edebi dokunulmazlık yoktur” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Hızlan, Hürriyet’teki köşe yazısında, “Nobel almak elbette önemlidir, üstelik kazanan tek Türk yazarsa övüncümüzün, sevincimizin ölçüsü yoktur. Onun için Stockholm’e gittim, sevincimizin derecesini yansıtan yazılarım, Hürriyet’in birinci sayfasında yayımlandı. Ama bu zafer, Orhan Pamuk’u eleştirilerden münezzeh kılmak için bir gerekçe, bir zırh değildir. Dokunulmazlık en çok yazara zarar verir. Edebiyat, PEN kulüp üyeliğini kaldırır ama FAN kulüp üyeliğini kaldırmaz” dedi. Hızlan, Pamuk’a toz kondurmayanların ayaklanmasından rahatsızlığını şu sözlerle dile getirdi:

HIZLAN: YAZARA TOZ KONDURMAYANLAR AYAKLANDI
“İyi denemeci Oğuz Demiralp’in Cumhuriyet’te yayınlanan Orhan Pamuk hakkındaki bir konuşması, birdenbire sevdikleri yazara toz kondurmayanları ayaklandırdı. Bazı sitelerde edebi olmayan bir dille bu düşünceyi açıklayanı da, yazanı da, yayınlayanı da yakışıksız biçimde yerdiler. İncelik sınırlarını aştılar. Şinasi’nin edebiyat/edep ilişkisini yalanlamak istercesine.
Ne demiş AB Genel Sekreteri Büyükelçi, denemeci Oğuz Demiralp:
‘Orhan Pamuk’un Türkçe sorunu bulunduğunu. Nobel verenlerin Pamuk’un eserlerini Türkçesinden okusalardı aynı değerlendirmenin yapılıp yapılmayacağı konusunda teknik bir şüphesi olduğunu.’
Daha önce de Prof. Dr. Tahsin Yücel, Kara Kitap üzerine yazdığı aynı başlığı taşıyan (Hürriyet Gösteri, Kasım 1990, Sayı: 120) yazısında, Orhan Pamuk’un Türkçesini örneklerle eleştirmişti.”

Çevirmenler, Demiralp’in “Nobel verenlerin Pamuk’un eserlerini Türkçesinden okusalardı aynı değerlendirmenin yapılıp yapılmayacağı konusunda teknik bir şüphesi olduğuna” dair sözlerini ve çıkan tartışmaları NTVMSNBC’ye değerlendirdi.


Tuncay Birkan (Kitap Çevirmenleri Meslek Birliği Başkanı):
İDDİALARIN ARKASINDA SİYASİ ŞEYLER VAR
Tuncay Birkan, Orhan Pamuk’un Nobel’i kazanmasında çevirmenlerin katkısının olup olmayacağı sorusunu şöyle yanıtladı:
“Ben zannetmiyorum. Böyle bir şey söylemek zor. Böyle iddiaların arkasında siyasi bir şeyler olduğunu düşünüyorum. O yazarı o yazar olmaktan çıkaran çok fazla örnek bulunabilir ama onu olduğundan daha iyi gösteren örneğin çok fazla bulunabileceğini sanmıyorum. Berbat çeviriyle katledilmiş yüzlerce, binlerce örnek bulabilirsiniz başka dillerde de. Zaten çevirmenin iyisi de onu olduğu gibi verebilmesiyle ölçülür.

Bazı yazarların çevirilerinin aslından daha iyi olduğu, değer kattığı söylenir. Çeviri bir yönüyle yeniden yazmaktır, başka bir dilde yazıyorsunuz. Ama bu sonsuz bir yaratıcılıkla istediğinizi söyleyebileceğiniz anlamına gelmiyor. Meşruiyet sınırı ne olmalı? Bana kalırsa sadece Türkçeleştirmekle kalması gerekir. Yani mümkün olduğunca enformasyon eklemekten, yazarda olmayanları eklemekten kaçınması gerekir çevirmenlerin. Ben Orhan Pamuk çevirilerinde böyle birşey olduğunu zannetmiyorum. Bazı Türkçe hataları vardır, bütün yazarlarda vardır. İngilizce hataları da olabilir. Yazanların, yayınevi editörlerinin gözünden kaçmış olabilir. O hataları düzelterek çevirebiliyor bazen çevirmen. ‘Yazar aslında şunu demek istemiştir’ diyor. Yazar bunu diyor ama biraz bozuk biçimde söylemiş olabilir. Bunu Türkçe’deki editör görseydi, o da düzeltirdi. Bunlar o kadar yazının esasına dair şeyler değil.”

Orhan Pamuk’un kitaplarını Hollandacaya çeviren Heijden, Elif Şafak, Ahmet Altan ve son olarak da Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu romanını çeviriyor. Heijden’e Demiralp’in Orhap Pamuk’la ilgili sözlerini anımsatarak, “Böyle bir şey söz konusu olabilir mi? Çeviri yazarın yapıtlarını daha kusursuz hale getirmiş olabilir mi, çevirinin böyle bir gücü var mı?” sorusunu yönelttik. Cevabı şöyle oldu:


Hanneke van der Heijden (Çevirmen):
YAZIDA NE YAZARSA ONU ÇEVİRİRİZ
Bence çevirinin böyle bir gücü ve etkisi yok. Okurlar arasında bazen böyle bir görüş hakim olur. Biz de çevirmenler olarak sık sık böyle şeyler duyuyoruz. Ama bence iyi titiz bir çeviri, eserinden daha iyi veya daha kötü olamaz. Maalesef, özellikle Orhan Pamuk’la ilgili bu tür iddialarda bulunuluyor. Çevirmen olarak biz de böyle şeyler duyuyoruz. Böyle bir şeyi niye yapalım ki? Çevirmen olarak benim böyle bir şeye ihtiyacım yok. Eser kötüyse de hata varsa da yazara danışırım. Kendi başına hareket etmek bence çevirmen ahlakına aykırı bir şey. Bizim de meslek ahlakımız var. Yazıda ne yazarsa onu çeviririz. Ben çevirmen olarak yazara danışmadan düzeltme yapmam. Diğer çevirmenlerin tutumunun ne olduğunu bilmiyorum bu konuda. Yazarın gözünden kaçmış ya da Türkiye’deki editörün gözünden de kaçmış olabilir diye düşündüğüm bir şey varsa tekrar yazara, yazarı bulamazsam da yayınevine danışırım. ‘Acaba ne yapalım, düzeltelim mi?’ diye sorarım. Çünkü yazar kasıtlı olarak da öyle yapmış olduğu bir şey de olabilir. Her zaman bunu bilemezsiniz. Böyle çevirmen olarak, ‘Haa, şu hale getirelim’ diye bir harekette bulunmak bence yanlış.

Heijden, Orhan Pamuk kitaplarını çevirirken zorlanıp zorlanmadığı sorusunu da şöyle yanıtlıyor:
“Yok, kesinlikle öyle bir durum yok. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’de Orhan Pamuk’un dili konusunda, gramer kurallarına uymuyormuş diye ara sıra bu tartışma yapılıyordu. ‘Bir sürü düzeltme yapıldıktan sonra kitapları basılacak, onun için Nobel ödülünü aldı’ diye bir kanı var bazı insanlarda. Ben buna gerçekten katılmıyorum. Sonuçta çevirmeniyim. Diyelim cümle devrik. O zaman demek oluyor ki, yazar böyle bir cümleyi konuya uygun görmüştür. Devrik cümle varsa ‘Acaba bunun amacı ne olabilir? Yazarın üslubu anlamında bunu nasıl değerlendiririz?’ diye bakıyoruz. Gramer kurallarından değişik olursa, bu farkı değerlendirmeye çalışıyoruz. Aynı havayı Hollandaca’da nasıl verebiliriz diye? Aynı devrikliği diğer dilde nasıl verebiliriz diye düşünürüz, bu devrikliği nasıl giderebiliriz diye değil.

Heijden Hollandaca’da Orhan Pamuk kitaplarını okuyanların “zor anlaşılır” ya da “okunması zor” gibi eleştiriler getirip getirmediği konusuna da şu yanıtı verdi:

ZOR BİR YAZAR OLARAK BİLİNİYOR
“Dil açısından kesinlikle öyle bir şey yok, duymadım. İçerik olarak tabii ki herkesin kolay kolay okuyabileceği bir yazar değil sonuçta. Çünkü felsefi konular da giriyor romanlarının içine. Yani böyle hemen herkesin yaz tatili sırasında okuyabileceği bir yazar değil. Zor bir yazar olarak biliniyor ama anlaşılmaz, dili kötü diye bir tartışmayı ben duymadım.”


Ahmet Cemal (Çevirmen):
TARTIŞMALARLA DEĞERLERİMİZİ AŞAĞIYA ÇEKİYORUZ
“Kendi yazıldığı dilde Nobel’i asla kazanamayacak düzeyde olan bir yapıtın, Nobel’i kazanabilecek hale gelebileceğini sanmıyorum. O bana biraz abartılı geliyor. Ben Pamuk’un böyle bir ödülü kazanamayacak bir Türkçesi olduğuna inanmıyorum. İçerik olarak zaten tartışmıyorum. İçeriği de her zaman tamamen paylaşmayabilirim ama üst düzeyde bir içerik olduğunu söyleyebilirim. Şundan da aşağı yukarı eminim ki, o Nobel Komitesi, kendileri Türkçe bilmeseler bile bunun araştırmasını yaptırmıştır. Aksi takdirde çok hafiflik olur.
Özgün, yazıldığı dildeki dil yanlışları çeviride tabii ki giderilebilir. Böyle bir şey var. Mesela, Türkçesinde bir yanlış varsa, Almanca’ya, İngilizce’ye, Fransızca’ya çevrilirken aynı yanlışlar o dillere de çevrilmez, çeviren düzelterek çevirir o dile.
Nobel kazanmış bir yazarımızın daha farklı tartışılmasını beklerim. Bu tür tartışmalar bana kendi değerlerimizi aşağıya çekmeye çalışıyoruz duygusu veriyor.”


Seçkin Selvi (Çevirmen):
SOMUT GEREKÇELERE DAYANMAYAN ELEŞTİRİLER HAVADA KALIR
“Sayın Demiralp’in bu değerlendirmeyi neye dayandırdığını bilmediğim için yorum yapamıyorum tabii. Bir tuhaf. Değerlendirme kriterlerini bilmiyorum. Somut bir örnek verilmesi gerekir; bu kitap şöyleydi, ama çeviri buna şöyle şöyle katkılarda bulundu diye. Somut örnekleme yapmadan, gerekçe göstermeden eleştiri yapılamaz. Son derece öznel bir şey olur. Eleştiri temelde öznel bir şeydir ama somut, nesnel gerekçelere dayandırdığınız zaman, doğruyu bulursunuz. Somut gerekçelere dayanmayan eleştiriler havada kalır.”

ÜSLUBU ALGILAYAMAYAN ÇEVİRMEN YAPITI MAHVEDEBİLİR
“Çeviri, bir yapıtı olduğundan çok daha kötü duruma düşürebilir; eğer iyi çeviri değilse. Çevirmen yazarın üslubuna hakim olamamışsa, çevirmen kendi diline hakim değilse, çevirdiği dile hakim değilse bir yapıtı rezil edebilir. Ama çevirmenin bir yapıta olduğundan daha fazla değer katabileceğini sanmıyorum. Ancak yapıtın değerini zedelemeden bir başka dile aktarma becerisini ve başarısını gösterir. İsim vermek, kişiselleştirmek istemem ama kendi dilini çok iyi bilmeyen, yabancı dile hakim olmayan, dahası yazarın üslubunu algılayamayan çevirmenler var.”

-----
Kaynak: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/431509.asp?cp1=1
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Argo Nedir?" Aug 12, 2013

--Alıntı--


ARGO, Bir sosyal sınıfın, bir meslek grubunun ya da bir topluluğun üyelerinin kullandığı, genel dilin sözcüklerine yeni anlamlar yükleyerek ya da yeni sözcükler, deyimler katarak oluşturulan özel dil.

Bir toplumda geçerli genel dilden ayrı, ama ondan türemiş olan, yalnızca belli çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü bir sözcük, deyim ve deyişlerden oluşan argonun, ayrı bir grameri y
... See more
--Alıntı--


ARGO, Bir sosyal sınıfın, bir meslek grubunun ya da bir topluluğun üyelerinin kullandığı, genel dilin sözcüklerine yeni anlamlar yükleyerek ya da yeni sözcükler, deyimler katarak oluşturulan özel dil.

Bir toplumda geçerli genel dilden ayrı, ama ondan türemiş olan, yalnızca belli çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü bir sözcük, deyim ve deyişlerden oluşan argonun, ayrı bir grameri yoktur.

Argo, anadil içinde sonradan türetilmiş bir yardımcı dil olarak konuşulur. Temelde sözlü ve doğal bir dildir. Argo sürekli değişen ve gelişen özel bir dil olmakla birlikte oluşumunu bazı genel ilkelere bağlamak mümkündür. Sıfatlardan cins isim türetme, eski ve bölge dili sözlerinden yararlanma, genel dildeki sözcüklerin biçimlerini bozma, yabancı kökenli sözcük kullanma, sözcüklerin anlamlarını kaydırma ve değiştirme bu ilkelerin başlıcalarıdır. Türk argosu eski İstanbul'un külhanbeyi ve tulumbacı çevrelerinde gelişmiştir.

Rakı'ya "anzarot", polis"e "aynasız", kâğıt paraya "papel" vs. demek; boş ver, abayı yakmak, açıktan almak, boş koymak gibi deyişler argo içinde zikredilir.
Burada Türk argosu üzerine yapılmış iki çalışmayı zikredecek olursak: Ferit Devellioğlu-Türk Argosu (1980), Hulki Aktunç-Büyük Argo Sözlüğü (1989).
Kaynak: Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü-Murat AKINCI)

Diğer tanımlar:
Bir toplumda geçerli genel dilden ayrı, ama ondan türemiş olan, yalnızca belirli çevrelerce kullanılan, toplumun her kesimince anlaşılmayan, kendine özgü sözcük, deyim ve deyişlerden oluşan özel dil.
Ana Britanicca Genel Kültür Ansiklopedisi, c. 2, s. 266.
--------------------------------------------------------------------------------
Toplumda belli bir gruba veya sosyal bir sınıfa mahsus olan ve genel dilin koynunda asalak bir kelime hazinesi bulunan konuşma sistemleri.
Türk Argosu, Ferit Devellioğlu, 6. baskı, s. 9.
--------------------------------------------------------------------------------
- Aynı meslek veya topluluğa (atölye, okul, kışla vb.) mensub olan şahısların benimsedikleri özel terimlerin bütünü. - Kaba konuşma, kültürsüz ve aşağı tabakanın ağzı.
Meydan Larousse, Büyük Lugat ve Ansiklopedi, c. 1, s. 643.
--------------------------------------------------------------------------------
- Başıboşlar, hırsızlar gibi toplum düzeninin dışında kalan kişilerin kendi aralarında kullandıkları özel dil, bu dili belirleyen sözcük ve deyimler. - Aynı meslekten olan kişilerin kendi aralarında kullandıkları özel sözcük ve deyimler.
Yazın Terimleri Sözlüğü, Tahir Nejat Gencan-Haydar Ediskun-Baha Dürder-Enver Naci Gökşen, s. 16.
--------------------------------------------------------------------------------
Eskiden, önce esnafın, sonra da dilenci , serseri, külhanbeyi, hırsız, kaçakçı ve genel olarak şerir takımının kendi yaşayış tarzı isteğine uyarak, etrafındakilerin anlayamayacağı bir şekilde ve kendi aralarında konuştuğu aşağılık, özel ve gizli dil. (İnönü Ansiklopedisi, c. 3, s. 289.)

ARGO ÇEŞİTLERİ
1 Cinsel argo
2 Denizcilik argosu
3 Dilenci argosu
4 Eğlence yerleri argosu
5 Esnaf argosu
6 Eşcinsel argosu
7 Fuhuş argosu
8 Göçmen argosu
9 Hapishane, tutukevi argosu
10 Hırsız, dolandırıcı, yankesici argosu
11 Kabadayı argosu
12 Kışla, asker argosu
13 Kumar argosu
14 Manga argosu
15 Spor argosu
16 Şoför argosu
17 Uyuşturucu argosu
18 Yatılı okul, okul, öğrenci argosu


Argo Sözlüğü -A-

abondone : pes etmek
abanmak : birine yük olarak onun sırtından geçinmeye bakmak
abtestini vermek : azarlamak
afi : gösteriş
afi kesmek :gösteriş yapmak
aftos : metres,oynaş
aklına tükürmek : birinin düşüncesini beğenmemek
akmak : çabucak savuşmak,ortadan kaybolmak
alabandayı yemek : adamakıllı azarlamak
alarga : uzaktan,açıktan
alarga etmek : geri çekilmek,uzaklaşmak
alay geçmek : alay etmek
alengirli :gösterişli,yakışıklı
anam avradım olsun : birini kesin olarak inandırmak için söylenen söz
anam babam :teklifsiz bir seslenme
ananın örekesi : saçma bir söze karşı verilen karşılık
anasının gözü : çok kurnaz,çok açıkgöz
anafordan :yolsuz veya emeksiz olarak
anaforcu : yolsuz veya emeksiz kazanç peşinde olan
anaforlamak : yolsuz veya emeksiz kazanç elde etmek
anahtarcı :kapı,kasa gibi yerlere anahtar uydurarak hırsızlık yapan kimse
andaval : aptal,ahmak,beceriksiz
andavallı :görgüsüz,beceriksiz
anlamak : sahip olmayı istemek
anzarot : rakı
aparmak : gizlice çalmak
apiko : hazır,tetik
arakçı : hırsız
armut : fazla aptal,budala
asıntı : sırnaşan,tebelleş olan kimse
asıntı olmak : sırnaşmak,tebelleş olmak
aşıramento :çalma,aşırma
aşmak : görünmeden kaçmak
aşna fişne :gizli dost
atmak : 1.bilmeden,kestirerek söylemek 2.yalan veya abartılı söz söylemek 3.söylemek
atma Recep,din kardeşiyiz : söylediklerin hep yalan,farkındayız
aval : saflığı sersemlik derecesine varan kimse
aval aval :aptal bir biçimde,aptal aptal
avanta : bir kimsenin emek vermeden sağladığı kazanç
avantacı : çıkarcı,beleşçi,bedavacı
avurtlu : çalım satan,yüksekten atan
ayarlamak :kandırmak
ayazda kalmak : boş yere beklemek
ayna : iyi bir durumda,yolunda
aynalı : parlak yüzlü,yakışıklı,güzel
aynasız : hoşa gitmeyen,kötü,yakışıksız,çirkin,ters,biçimsiz
ayran ağızlı : aptal,budala,sersem
ayvayı yemek : kötü duruma düşmek,işi bozulmak

Argo Sözlüğü -B-

babaçko : güçlü ve gösterişli,iri yarı kadın
babalanmak : diklenmek,kabadayıca davranmak
bal kabağı : aptal,beyinsiz
balta olma : direnerek birşey istemek,asılmak,musallat olmak
bamya tarlası : mezarlık
bas git : çekil,yürü git,defol
bayılmak : vermek,ödemek
bayramlık ağzını açmak : kaba konuşmak,küfretmek
becermek : 1.ırzına geçmek,kirletmek 2.birisini öldürmek
beleş : karşılıksız,emeksiz,parasız elde edilen
bıçkın : kabadayı
bilezik : kelepçe
bitirim : 1.çok hoşa giden kimse,yer 2.kahve,kumarhane 3.yaman,zeki,çok beğenilen
bitirmiş : bilgili,açıkgöz
bitmek : 1.çok sevmek,bayılmak,beğemek 2.beklenmedik bir anda ortaya çıkmak
boğuntu : bir şeyi değerinden çok yükseğe satma işi
bozuk çalmak : canı sıkılmış,yüzü asılmış olmak
bozum havası : utangaçlık,mahcupluk
bozum olmak : utanmak,utanacak duruma düşmek
bözük : yüreklilik,cesaret

Argo Sözlüğü -C-

caddeyi tutmak : korkulu bir durumda başını alıp gitmek,uzaklaşmak
caka : gösteriş,çalım,kabadayılık,fiyaka
caka satmak : gösteriş yapmak,çalım satmak
camekan : gözlük
canına ezan okumak : bir kimsenin hakkından gelmek
canını cehenneme göndermek : öldürmek
cart kaba kağıt : yüksekten atana karşı söylenen söz
carta : yellenme
cartayı çekmek : ölmek
cavalacoz : değersiz,önemsiz,derme çatma
cavlamak : ölmek
cebellezi : hakkı olmayan bir şeyi cebine koyma,sahip çıkma
cebellezi etmek : cebine koymak
cızlam : kaçma,savuşma
cızlamı çekmek : kaçmak,savuşup gitmek
cicoz : hiç yok
cicozlamak : kaçamak,uzaklaşmak
cilalamak : neşesini arttırmak
cins : garip,tuhaf

Argo Sözlüğü -Ç-

çaça : sokak kadını
çakal : kurnaz,yalancı,düzenci,aşağılık kimse
çakmak : 1.kabul edilmeyecek birşeyi kurnazlıkla kabul ettirmek 2.içki içmek
çakar almaz : işe yaramayacak durumda olan
çarık : para cüzdanı
çarkına etmek : birine büyük kötülük yapmak
çekmek : içki içmek
çeyrek : alman markı
çıkmak : vermeye katlanmak
çıngar : kavga,gürültü
çifte dikiş : bir sınıfta iki yıl okuma
çuvallamak : başaramamak

Argo Sözlüğü -D-

dalga : 1.gizli iş,dalavere 2.dalgınlık 3.geçici sevgili
dalgaya gelmek : yanılmak,dalgınlıkla unutmak
dalgaya getirmek : birinin dalgınlığından yararlanmak
dalgıç : birinden habersiz birşeyi almakhuyunda olan kimse
dam : tutuk evi
damlamak : biryere çağrılmadan birdenbire gitmek
dava : sevgili
davul tozu : gerçekleşmesi imkansız olan durumlar için kullanulan söz
dehlemek : kovmak
delik : cezaevi
demirhindi : pinti,hasis
deve olmak : kaybolmak
dik alası : genellikle hoş karşılanmayan birşeyin aşırılığını anlatır
dikiz : bakma,gözetleme
dikizlemek : sezdirmeden bakmak,gözetlemek
dinine yandığım : öfk,kızgınlık gibi duyguları belirtmek için kullanılan ilenme sözü
diskur çekmek : nutuk verir gibi konuşmak
dolma : yaln hile,dalavere
dolma yutmak : kanıp aldanmak
dubara : oyun,düzen
dubaracı : oyunla,düzenle iş gören,düzenci
duman : 1.kötü,yaman 2.esrar
duman attırmak : kötü duruma düşürmek,geride bırakma,birini yıldırma
duman etmek : dağıtmak,bozmak,yoketmek
duman olmak : işi,durumu berbet olmak
dut gibi olmak : çok sarhoş olmak,utanmak,mahçup olmak
düdük : akılsız,boş kafalı
düdük makarnası : aptal,anlayışsız
düdüklemek : cinsel ilişkide bulunmak,aldatmak,kandırmak
dükkan : kumarhane
dümen : dalavere,hile
dümen kullanmak : bir işi kurnazca yönetmek
dümen yapmak : dalavere,hile ile birini kandırmak,aldatmaya çalışmak
dümeni kırmak : çekip gitmek,uzaklaşmak,kaçmak
dümenci : 1.en geride olan,sonuncu,en tembel 2.dalavereci,hileci,düzenbaz
dümencilik : 1.en geride olama durumu,sonuncu olma durumu 2.dalaverecilik,hilecilik,düzenbazlık

Argo Sözlüğü -E-

ekmek : 1.birini uydurma bir sebeple bırakıp gitmek,atlatmak 2.boşuna harcamak,ziyan etmek 3.yarışta geçmek
ekmeklik : oyunda hep yenilerek kendisinden para kazanılan kimse
ekişmek : 1.utanmak,mahçup olmak 2.sırnaşmak,ısrar etmek
elden gel : ver
emmek : uzun süre yararlanmak
enayi : fazla bön,avanak
enayi dümbeleği : çok enayi
ense yapmak : hiç çalışmadan rahatça yaşamak
enselemek : yakalamak
enselenmek : yakalanmak
erteke : dikiz
esnaf : kötü yola sapmış kadın
eşek cenneti : öbür dünya
eşekten düşmüş karpuza dönmek : 1.çok sarsılmak 2.kötü bir duruma düşmek
ezmek : harcamak

Argo Sözlüğü -F-

faça : 1.yüz,çehre,surat 2.giysi 3.iskambil destesinin en altındaki kağıt
façasını almak : birini mahçup etmek,bozmak
fasarya : boş anlamsız söz
fayrap(fire up) : açma,çıkarma
fayrap etmek : 1.herhangi bir işi veya şeyi hızlandırmak 2.açmak,çıkarmak
fertik çekmek : kaçmak
fır : piç,fırlama
fırlama : piç
filinta : yakışıklı,güzel
film çevirmek : eğlenmek hoş vakit geçirmek
filo : bit
fino : esrar
fişek atmak : cinsel ilişkide bulunmak
fit olmak : ödeşmek,razı olmak
fiyaka satmak : gösteriş yapmak
fora etmek : çekip çıkarmak
fos : çürük,boş,kof
fos çıkmak : bir işin sonu gelmemek
foslatmak : utandırmak
frigo : sevimsiz soğuk kimse
frikik : eteğin açılmasıyla bacağın görülmesi
frikik yakalamak : açık bacak görmek

Argo Sözlüğü -G-

gaco : kadın,dost,sevgili,metres
gaga : ağız
gazlamak : kaçmak
gazla : defol,git
gazoz ağacı : bir sözün çok saçma olduğunu bildirmek için söylenen söz
gebeş : aptal,sersem
geçmişi kınalı : sövgü yerine söylenen bir söz
gerzek : gerizekalı
gevşemek : sevmek,hoşlanmak
geyik : karısının veya bir kadının ihanetine uğramış erkek
gıcık : sözleriyle,davranışlarıyla karşısındakini kızdıran,sinirlendiren,sıkan kimse
gıcık kapmak : bir davranışa veya bir kimseye sinirlenmek
gıcık etmek : sinirlendirmek,öfkelendirmek
gıcır : yeni
gır : 1.söz,lakırdı 2.yalan,uydurma
gır atmak : konuşmak,laf atmak
gır geçmek : bol bol konuşmak,çene çalmak
gır gır geçmek : alay etmek
gır kaynatmak : işlerini bırakıp yarenlik etmek
gümlemek : sınıfta kalmak
güneşe karşı işemek : saygı gösterilmesi gereken şeylere saygısızlık etmek

Argo Sözlüğü -H-

hacamat : hafif yaralama
hacamat etmek : hafifçe yaralamak
hacamatlamak : hafifçe yaralamak
hafız : 1.aptal,ahmak,bön 2.birşeyi anlamadan ezberleyen kimse
hafızlık : aptallık,ahmaklık
hali duman olmak : kötü duruma düşmek
hallenmek : birşeye karşı istek duymak
hamamcı olmak : güsul aptesi alması gerekmek
hanım evladı : piç
hap : bir içimlik afyon
harcamak : yokolmasına,ölmesine sebep olmak
hasbi geçmek : önem vermemek,ilgi göstermemek,kısa kesmek
hasta : parasız,züğürt
haşatı çıkmak : bozulmak,işe yaramaz hale gelmek,çok yorulmak,bitkin düşmek
hava almak : umduğunu bulamamak,hiçbirşey kazanamamak
hava basmak : büyüklenmek,gururlanmak
hava gazı : boş laf,önemsiz şey
havyar kesmek : vaktini boşa geçirmek
haybe : boş,işe yaramaz,anlamsız
haybeci : işsiz güçsüz,bedavadan geçinen
haydamak : kovmak,defetmek
haza : etkisiz,kusursuz
hırbo : 1.iri yarı kimse 2.sersem,salak ve kaba saba
hırboluk : sersemlik,salaklık
hırt : sersem,budala,ahmak
hırtapoz : sersem,aptal,şaşkın
hırtapozluk : hırtapoz olma durumu
hırtlık : sersemlik,budalalık,ahmaklık
hışır : aptal,sersem
hıyar : kaba saba,görgüsüz,budala
hıyarlaşmak : kaba saba,budalaca davranışlarda bulunma
hoşur : şişman,dolgun,güzel kadın
hödük : görgüsüz,kaba,anlayışı kıt kimse

Argo Sözlüğü -I-

ıska : boşa çıkarma,rast getirememe
ıska geçmek : 1.hedefe rast getirememe 2.üzerinde durmamak,önem vermemek
ıskalamak : hedefe rast getirememe
ıslak karga : çok korkak,çekingen
ıslatmak : dayak atmak veya ağır harakette bulunmak
Argo Sözlüğü -İ-
iç etmek : eline geçen birşeyi sahibine bildirmeden kendine mal etmek
içinden okumak : sessiz bir biçimde sövmek
ifadesini almak : üstün gelmek,yenmek
iki seksen uzanmak : bir çarpma,vurma sonucu boylu boyuna serilmek
ilik gibi : çok güzel,istek uyandıran(kadın)
imam kayığı : tabut
imam suyu : rakı
imanım : kardeş,arkadaş anlamında bir sesleniş
inek : 1.çok çalışkan öğrenci 2.ibne
ineklemek : çok çalışmak,çok çalışarak öğrenmek,hafızalamak
inmek : vurmak
iplemek : saygı göstermek,değer vermek
iskandil etmek : gözetlemek,çevreyi kollamak
iskele almak : sarkıntılık etmek
işini görmek : öldürmek
iyi etmek : soymak,parasını ve/veya malını almak

Argo Sözlüğü -K-

kafa ütülemek : çok laf edip tedirgin etmek
kafayı bulmak : sarhoş olup,neşesi keyfi yerine gelmek
kafayı çekmek : içki içmek
kafayı tütsülemek : sarhoş olmak
kafes : hapishane
kafese girmek : aldatılıp kendisinden çıkar sağlanmak
kafese koymak : aldatıp çıkar sağlamak
kakırdamak : ölmek
kalay : sövme,küfür
kalayı basmak : adamakıllı küfür etmek
kaldırmak : çalmak,aşırmak
kalıbını basmak : birşeyi güvenle doğrulamak
kamanço etmek : yüklemek,aktarmak,elden ele geçirmek
kamış koymak : birine oyun etmek,arabozanlık etmek
kandil : çok sarhoş
kantarlı : ağır sövgü,ağır sövmek
kaparoz : yolsuzca veya zorla elde edilen mal
kaput gitmek : hiçbir sınavı verememek
karavana : atış taliminde hedefi vuramama
karga bokunu yemeden : çok erken bir saatte
kaşalot : aptal,budala
kaşar : oyunda açıkgöz,kurnaz olan kimse
kaşkaval : aptal,sersem
katakulli : yalan,dolan,oyun,tuzak,düzen
kayarto : ahlaksız kimse,melun,pezevenk
kayışa çekmek : aldatmak,kandırmak
kaynamak : arada kaybolmak
kaynatmak : 1.belli etmeden almak,unutturmak 2.konuşmak,sohbet etmek
kaypak : sözünde durmayan,dönek
kelek : aptal
kemik atmak : susturmak
kendini fasulye gibi nimetten saymak : kendini çok önemli biri gibi görmek
kepçe kuruk : başkalarının sırtından bedavadan geçinen
keriz : kolayca kandırılabilen kişi
kesilmek : çok beğenmek,çok hoşlanmak
kesişmek : (erkek&kadın)bakışarak anlaşmak
kesmek : uydurmak,yalan söylemek
keş : aptal
kıç atmak : çok istemek
kıkırdamak : ölmek
kırmak : kaçmak,uzaklaşmak
kışlatmak : musallat etmek
kıtıpiyos : değersiz,bayağı,kötü
kıtır : uydurma söz,yalan
kıtır atmak : yalan uydurup söylemek
kıtıra almak : alay etmek
kıtırcı : çok yalan söyleyen kimse
kıyak çakmak : çok uygun düşmek,yakışık almak
kıyakçı : gözüpek
kıytırık : değersiz,bayağı,basit
kirişi kırmak : bulunduğu yerden ayrılmak,kaçıp gitmek
kocakarı : anne
kodes : tutukevi,hapishane,karakol
kokoroz : çirkin kimse
kokoz : parası olmayan,züğürt
koltuk : genelev
kontak : ruh sağlığı yerinde olmayan kimse
kopil : 1.arsız sokak çocuğu 2.piç
kova : futbolda çok gol yiyen kaleci veya takım
koyduğum yerde otluyor : hiçbir ilerleme gösteremeyenler için kullanılır
kuyruğu titremek : ölmek
kül yutmak : kurnazca yapılan bir oyuna düşmek
küp : sarhoş

Argo Sözlüğü -L-

lolo : gösteriş,kabadayılık
lüp : hiç emek vermeden kazanılan şey

Argo Sözlüğü -M-

madara : kötü,sevimsiz
madara etmek : kötü duruma düşürmek
madara olmak : kötü duruma düşmek
madik atmak : dolap çevirmek,hile yapmak
makaraları koyvermek : kendini tutamayarak kahkayla gülmeye başlamak
mandepsi : tuzak,oyun
mandepsiye basmak : tuzağa düşmek,aldatılmak
mangiz : para
mantar : uydurma söz,yalan
mantar atmak : yalan söylemek
mantarlamak : aldatmak,yalan söylemek
mars olmak : söz söyleyemeyecek duruma düşmek
mastor : çok sarhoş
matiz olmak : sarhoşluktan sızacak duruma gelmek
matrak : eğlenceli,gülünç,hoş
maval : yalan,uydurma söz
maya : arsız,utanmaz kimse
mayası bozuk : kötü yaradılışlı,karaktersiz
mehterhane : hapishane
mektep çocuğu : acemi,toy
mıhsıçtı : cimri,elisıkı
mortlamak : ölmek
mortoyu çekmek : ölmek
mortocu : imam
mostra olmak : kendini gülünç bir duruma sokmak
mostralık : kötü veya yersiz davranışlarıyla göze batan kimse
mum olmak : razı olmak

Argo Sözlüğü -N-

nağme yapmak : bildiği bir şeyi bilmez görünmek
nalları dikmek : ölmek
nallamak : öldürmek
nanay : yok
ne çiçektir,biliriz : ne mal olduğunu biliriz

Argo Sözlüğü -O-

okumak : sövmek,küfretmek
okutmak : satarak elinden çıkarmak
oltayı yutmak : aldanmak
omuzlamak : alıp götürmek,sırtlayıp kaçırmak,aşırmak
orostopolluk : kurnazca iş,dalavere,dolap
ortaya balgam atmak : bir iş kıvamında iken herkesin zihnini bulandıracak bir söz söylemek
ot : esrar

Argo Sözlüğü -Ö-

öküz : cıvalı zar
ölüsü kınalı : iyi gitmeyen bir iş için sövgü yerine kullanılır
ördek : uzun yolculuklarda sürücülerin yollardan aldıkları yolcu
ötmek : 1.anlamsız,boş konuşmak 2.kusmak

Argo Sözlüğü -P-

paçoz : fahişe,orospu
palas : 1.rahat,kolay 2.kolaylık gösteren,hoşa giden
pantuflacı : dolandırıcı,yankesici
papaz uçurmak : içkili eğlence düzenlemek
parlak : yüzü güzel oğlan
parlatmak : içki içmek
pas vermek : kadının,bakışı ve davranışı ile erkeğe cesaret vermesi
paspal : kötü cins esrar
pata çakmak : askerce selam vermek
payandaları çözmek : ayrılmak,kaçmak,uzaklaşmak
perdahlamak : 1.birini asılsız sözlerle kandırmaya çalışmak 2.sövmek,küfretmek
pestil : hasta
peygamber öküzü : aptal,ahmak,budala
pırpırı : uçarı,hovarda
piç etmek : yapayım derken bozmak,tadını kaçırmak
pilaki : aptal,ahmak
piliç gibi : güzel ve sevimli kız
pinpon : yaşlı,çökmüş
piyaz : bir çıkar sağlamak için söylenen övücü söz
piyazcı : yüze gülücü,içten olmayan davranışlarda bulunma
piyazlamak : bir çıkar sağlamak için birini aşırı övmek
plak bozulmak : can sıkmak
postu deldirmek : kurşunla vurulmak
puluç : ibne

Argo Sözlüğü -R-

racon : 1.yol,yöntem,usul 2.gösteriş,fiyaka
racon kesmek : 1.görünüşe göre hüküm vermek 2.gösteriş yapmak
rampa etmek : birinin içki masasına çağrılmadığı halde oturmak
röntgenci : kadınları gizlice gözetleme alışkanlığı olan erkek
röntgenlemek : kadınları gizlice gözetlemek

Argo Sözlüğü -S-

sağmak : aldatarak parasını çekmek
sağmal inek : aptal yerine konularak kendisinden sürekli çıkar sağlanan
saksı : baş,kafa
sallamak : vurmak,tokatlamak
sallamamak : önem vermemek
saloz : salak
salozlaşmak : salak durumuna düşmek
saraka : alay istihza
sarakaya almak : alay etmek
sepet havası çalmak : işinden çıkarmak,sepetlemek
sigortası atmak : çığrından çıkmak,kötüleşmek
sinek avlamak : işi veya müşterisi olmamak,boş oturmak
sivil : çıplak
sökmek : çıkagelmek
su kaçırmak : baş ağrıtmak,can sıkmak
su koyuvermek : cıvıtmak,sözünde durmamak
sulamak : ödemek,vermek,harcamak
sulanmak : imrendiğini açığa vurmak
süt : benzin,mazot
süzme : kötü,aşağılık,malın gözü

Argo Sözlüğü -Ş-

şaban : aptal,alık,saf,şaşkın,budala
şapa oturmak : içinden çıkılması güç bir duruma düşmek
şarj etmek : bir şeyi anlamaya,kavramaya çalışmak
şaşkoloz : şaşı veya şaşkın kimselere hakaret yollu söylenir
şavalak : aptal,alık,sersem,budala
şinanay : yok
şişlemek : kama,çakı gibi bir araçla yaralamak
şişmek : bozulmak,bozum olmak,utanmak
şorolap : yalan

Argo Sözlüğü -T-

takmak : 1.önemsememek 2.borç bırakmak 3.sınavını başaramamak
tayfa : bir adamın yanında bulunan yardakçıları
tekke : esrar içilen üstü kapalı yer
teklemek : kekelemek
temize havale etmek : kısa yoldan çözümlemek
tıkır : para
tıngır : para
traş : yalan,asılsız,bıktırıcı söz
tırtıklamak : aşırmak,çalmak
tiye almak : biryle alay etmek,eğlenmek
toka etmek : vermek
topu atmak : sınıfta kalmak
torpillemek : sınıfta kalmak
toslamak : para vermek
tuzlayalım da kokmasın : birine,düşüncesinde aldandığını ve aklının bir şeye ermediğini anlatmak için kullanılır
tünel geçmek : aklını yaptığı işe vermemek
tütsü : içki
tütsülemek : içki içmek,sarhoş olmak
tütsülü : sarhoş

Argo Sözlüğü -U-

uçlanmak : vermek
uçurmak : gizlice alıp gitmek
uydu : birşeye bağımlılığı olan
uydulaşmak : uydu durumuna gelmek
uydurmak : cinsel birleşmede bulunmak

Argo Sözlüğü -Ü-

üç buçuk atmak : çok korkmak
üstünden geçmek : ırzına geçmek
üşütmek : delirmek,saçmalamak
üşütük : aklını yitirmiş,saçmalayan kimse

Argo Sözlüğü -V-

vamp : erkek peşinde koşan kadın
vardakosta : iri yarı ve gösterişli kadın
varta : tehlikeli durum
vartayı atlatmak : tehlikeden kurtulmak
veledi zina : piç
voli : vurgun,kazanç,kar
voli çevirmek : tuzağa düşürmek
voli vurmak : vurgun vurmak
volta : aşağı yukarı gidip gelme
volta atmak : bir aşağı,bir yukarı dolaşmak
volta vurmak : bir aşağı bir yukarı dolaşmak
voltasını almak : kaçmak,çekilmek,gitmek
voyvo : alay ederek sataşmak için söylenir
vurmak : 1.yolsuzca para almak,soymak 2.içki içmek

Argo Sözlüğü -Y-

yağcı : dalkavuk
yahudi : cimri
yaş : kötü,korkulu,zor
yaylanmak : çekilip gitmek
yemlik : kumarda kandırılıp parası alınan kimse
yeşermek : çok beklemek
yeşillenmek : 1.birine karşı duyduğu cinsel isteği kendisine sezdirmek,sarkıntılık yapmak 2.başkasının malında gözü olmak,elde etmeye çalışmak
yırtık : utanması çekinmesi olmayan
yolunu bulmak : yasal olmayan yollardan kazanç sağlamak
yollu : kolayca elde edilen kadın
yutmak : iyice eksiksiz olarak öğrenmek
yüklü : 1.çok sarhoş 2.varlıklı,paralı
yürümek : ölmek
yürütmek : habersiz almak,çalmak

Argo Sözlüğü -Z-

zamazingo : dost,metres
zamkinos : 1.adı birden hatırlanamayan küçük,değersiz şeyler için kullanılır 2.dost,metres 3.kaçma
zamkinos etmek : kaçmak
zarta : yellenme
zartayı çekmek : ölmek
zemzem kuyusuna işemek : adı anılsın diye herkesi iğrendirip kızdıran kötü bir iş yapmak
zımbalamak : bıçaklamak,öldürmek
zırtapoz : zıpır,utanmaz,saygısız,hayta
zırtapozluk : haytalık
zirzop : aklına eseni yapan
zirzopluk etmek : uygunsuz,yakışıksız davranışlarda bulunmak
zokayı yutmak : aldatılıp zarara sokulmak
zom : 1.olgun kimse 2.çok sarhoş olan
zom olmak : çok sarhoş olmak
zula : kaçak ve yasak şeylerin saklandığı gizli yer
zula etmek : çalmak,aşırmak
-----
Kaynak: http://www.turkceciler.com/argo-sozlugu.html

[Değişiklik saati 2013-08-12 22:20 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Türkçenin Özellikleri" Aug 16, 2013

--Yazı alıntıdır--



Türkçe söz varlığının bir bölümü; Türkçe asıllı sözcükler, Arapça ve Farsçadan geçmiş sözcüklerden oluşmaktadır. Arapça ve Farsçadan gelmiş sözcüklerin bir bölümü o kadar Türkçeleşmiştir ki Arap veya Fars dilindeki durumundan oldukça farklıdır ve kimi sözcüklerin anlamı da farklılaşmıştır.

Türkçede doğru tümce yapısı, özne, tümleç, yüklem biçimindedir. Ancak Türkçe esnek
... See more
--Yazı alıntıdır--



Türkçe söz varlığının bir bölümü; Türkçe asıllı sözcükler, Arapça ve Farsçadan geçmiş sözcüklerden oluşmaktadır. Arapça ve Farsçadan gelmiş sözcüklerin bir bölümü o kadar Türkçeleşmiştir ki Arap veya Fars dilindeki durumundan oldukça farklıdır ve kimi sözcüklerin anlamı da farklılaşmıştır.

Türkçede doğru tümce yapısı, özne, tümleç, yüklem biçimindedir. Ancak Türkçe esnek bir dildir. Bu yüzden günlük yaşamda devrik tümceler sıklıkla kullanılır. Örneğin, "Bugün yazılı sınav olacağız." tümcesine eşdeğer "Yazılı sınav olacağız, bugün." tümcesi kurulabilir. Bu tür tümceler daha şiirsel anlatıma sahiptir.

Türkçede kısa yoldan anlatım ön plandadır. Örneğin, "sobayı yak" derken "sobanın içindeki odun ve kömürleri yak" anlamındadır. Bunun dilbilgisindeki adı "ad aktarması"dır.

Türkçede kişi adılları dört tanedir. Örneğin Türkiye Türkçesinde, ben, sen, o, biz, siz, onlar biçimindedir. Türkçedeki önemli bir başka özellik, "siz" adılının kibar olarak 2. tekil kişiyi (sen) belirtmesidir.
1- Türkçe kelimelerde kalın ünsüzlerinin kalın ünlülerle (a, ı, o, u); ince ünsüzlerinin ince ünlülerle (e, i, ö, ü) aynı hecede bulunmasından ortaya çıkan bir uyum vardır. (büyük ünlü uyumu). Yani, a, ı, o, u ünlüleri g, k, l ünsüzleriyle; e, i, ö, ü ünlüleri g, k, l ünsüzleriyle aynı hecede bulunmazlar. Bozgun, kuzgun, kapı, kırağı, tatlı; görüntü, gezi, güneşlik kelimelerinin söylenişine dikkat edilirse g, ğ, k, l seslerinin buradaki örneklerde aynı sesler olmadığı sezilebilir.
2- Türkçede o, ö ünlüleri (-yor eki dışında) sadece ilk hecede bulunur: İlk hece dışında o, ö sesleri olan kelimeler yabancı asıllıdır: balkon, biyografi, fizyoloji, konsol, konsültasyon, monitör, otomobil, profesör, traktör.
3- Türkçede uzun ünlü yoktur. İçinde uzun ünlü bulunan kelimeler yabancı asıllıdır: câhil, mâvi, millî, nâhoş, perîşân, şâir, târîh, vazîfe.

Bazı ses olaylarıyla ortaya çıkan â < ağa, âbi < ağabey, pekî < pek iyi, ile vârolmak, yârın kelimeleri istisnadır.

4- İnce a ve ince l sesleri yoktur: harften, hakikate, saati, sıhhatli, şefkâtini; alkollü, hâlâ, hayâl, normalde, plân. Örneklere dikkat edilirse kelimelere getirilen eklerin ünlü uyumuna uymadığı görülür.
5- Arapçadaki ayın ve hemze sesleri, Türkçede olmadığı için bunlar söylenmez, düşürülür. Bu seslerden önce ünlü olması durumunda ünlü, uzun okunur: bazen, mana, memur, şair, tesir, yâni. Arapçadan alınan kelimelerdeki ayın ve hemze kesme işaretiyle gösterilir. Ancak anlam karışıklığı olmayacak kelimelerde bunların kesmeyle yazılmasından -son zamanlarda- vazgeçilmiştir: san’at, ma’nâ, meb’ûs, me’mûr, neş’e, te’sîr, te’sîs > sanat, mana, mebus, memur, neşe, tesir, tesis.
6- Dilimizde iki ünlü yan yana gelmediği için ünlüyle biten kelimeler, ünlüyle başlayan ekler aldığı zaman araya y koruyucu ünsüzü girer:
iki - y - e, soru - y - u, bekle - y - en, söyle - y –ecek.

Yan yana iki ünlünün bulunduğu kelimeler alınmadır: aile, ait, fail, fiil, muamele, şair, şiir, reis vb. gibi.

7- Türkçe bir hecede ancak bir ünlü bulunur. Aynı hecede iki ünlünün bulunduğu kelimeler alınmadır: kau-çuk, kua-för, koo-peratif, sua-re.
8- Kelime kökünde ikiz ünsüz (şedde) yan yana bulunmaz: dikkat, himmet, şedde, bakkal, dükkan, millet, teşekkür.
Anne (ana), belli, bellemek, elli (elig) kelimeleri istisnadır.
9- Kelime kökünde ikiden fazla ünsüz yan yana gelmez: Elektrik, kontrol, quartz, sfenks, strateji,... gibi kelimeler batı kaynaklı dillerden alınmadır. Türkçe, sertlik gibi örneklerde yan yana gelen üç ünsüzden ikisinin kelime köküne, üçüncüsünün eke ait olduğuna dikkat ediniz.
10- Türkçe heceler ve kelimeler iki ünsüzle başlamaz: blok, bravo, grup, klâsik, kral, kontrat, spor, stop, stres, plâj, program, tren,...gibi kelimeler, başka dillerden alınmadır. Ağızlarda bu iki ünsüz arasında bir ünlü türetilir: kıral, sipor, tiren,...
11- Türkçede kelime başında c, ğ, l, m, n, ñ, r, z sesleri bulunmaz. Çocuk dili kelimeleriyle (cici, mama, meme, ninni,...) nine ve ne ile ne’den yapılan kelimeler (nasıl (ne asıl), ne, neden, nere, nereden, nereye, nice, niçin, nine, nitelik kelimeleri istisna oluşturur.
Alınma kelimelere örnekler: cam, can, cehennem, lâf, limonata, lira, makine, marul, metal, naylon, nohut, numara, reçel, romantik, rol, vakum, vaziyet, vazo, zaman, zarar, zor, zeytin.
12- Türkçe kelimelerin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz. Alıntı kelimelerdeki bu sesler sert karşılıkları olan p, ç, t, k ünsüzlerine çevrilir:
Ahenk mektuba, reng > renk > rengi gibi.
Ad, sac, od, öd gibi kelimeler istisnadır.
13- Türkçede f, h, j, v sesleri bulunmaz: Fal, film, filiz, fizik; hakikat, hamur, havlu, jeton, jüri, pijama, plâj; vicdan, vida gibi kelimeler alınmadır.
Yabancı dillerden alınan kelimelerde görülen j sesi halk ağzında c olarak söylenir.
Türkçe kelimelerdeki v sesi, ya b’den, ya g/ğ’dan değişmiştir ya da vur- örneğinde olduğu gibi türemiştir: öfke (öbke), yufka (yubka);dahi ( takı), han ( kan), hatun ( katun), hani ( kanı); ev ( eb), var- ( bar-), ver- ( bir) döv- ( döğ-) vur- (ur-), ev ( eb).
14- Hece ve kelime sonunda, aşağıdaki ünsüz çiftleri dışında ünsüz grupları bulunmaz:
-lç, -lk, -lp, -lt: ölç; ilk, kalk; alp, kulp; alt, bunalt, salt.
-nç, -nk, -nt: dinç, genç, gülünç, sevinç; denk; ant, kunt.
-rç, -rk, -rp, -rs, -rt: sürç, burç; bark, görk, Türk; sarp, serp; sars, pars, ters;art, kart, kurt, ört, yırt, yurt,yoğurt.
-st: ast, üst.

Aşk, arş, çift, disk, felç, film, fötr, harf, lüks, misk, modernizm, popülizm, risk, şevk, tolerans gibi kelimeler, Türkçenin bu ses özelliğine uymayan alınma kelimelerdir.
Arapçadan ve batı dillerinden alınan kelimelerden bu ses özelliğine uymayanlar, araya bir ünlü getirilmek suretiyle Türkçeye uydurulmuştur. Bunlara ünlüyle başlayan bir ek veya kelime gelirse türetilen ünlüler düşer: akıl ( akl) - aklı, fikir (fikr) - fikre, ömür (ömr) - ömrü, seyir (seyr) - seyret-, şükür ( şükr) - şükretmek; film ( film), lüküs ( lüks), moderin ( modern).
15- "I" ünlüsü Türkçeye özgüdür. Batı dillerinin pek çoğunda, Arapçada ve Farsçada "ı" yoktur: Çıkış, ılık, sıcak, yıldırım, yıldız gibi kelimeler Türkçedir.
16- Tabiat taklidi kelimeler için ses özellikleri açısından herhangi bir sınırlama yoktur. Bunlar hangi sesle başlarsa başlasın, içinde hangi ses bulunursa bulunsun Türkçe kabul edilir: dank, fıs fıs, fingirti, fiskos, fokurtu, hışırtı, hoppala, horultu, lak lak, lıkır lıkır, melemek, miyavlamak, oh, öf, püf, püfür püfür, rap rap, şırıl şırıl, vıdı vıdı, vızır vızır, zırıl zırıl, zonklamak.
17- Çocuk dili kelimelerinde de ses özellikleri aranmaz: baba, bibi, cici, dede, lala, kaka, nene, mama, meme,...

Ayrıca bkz.-> Ses Bilgisi

Türkçeye, diğer dillerden giren kelimelerin pek çoğu bu ses özelliklerinden birine veya birkaçına uymaz. Dolayısıyla Türkçenin ses özelliklerini bilenler, sözlüğe bakmadan kelimenin Türkçe olup olmadığını (tesadüfen uyanlar dışında) kolaylıkla anlayabilirler. Aşağıdaki kelimeler, karşılarında sıralanan sebeplerden dolayı Türkçe değildir:
Vilâyet :
1. Ünlü uyumu yok.
2. â uzun ünlüsü var.
3. v sesi var.
Monitör :
1. Başta m sesi var.
2. Ünlü uyumu yok.
3. İlk heceden sonra ö sesi gelmiştir.
Heyecân:
1. h sesi var.
2. Ünlü uyumu yok.
3. Uzun ünlü var.
Mürâcaat :
1. Ünlü uyumu yok.
2. Başta m sesi var.
3. İki ünlü yan yana gelmiştir.
4. Uzun ünlü var.
Teşekkür :
1. Düzlük - yuvarlaklık uyumu yok.
2. İkiz ünsüz var.

-------
Kaynak: http://www.turkceciler.com/turkcenin-ozellikleri.html

[Değişiklik saati 2013-08-16 04:42 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"SES BİLGİSİ" Aug 16, 2013

--Alıntıdır--


Ses ve Dil sesi
HARF ve HARF SİSTEMİ (ALFABE)
Ses-Harf İlişkisi
Seslerin birleşmesi,
hece yapısı ve kelime
Seslerin Meydana Gelişi
Seslerin Sınıflandırılması
I. ÜNLÜLER
A. ÜNLÜLERİN ÖZELLİKLERİ
B. ÜNLÜLERLE İLGİLİ SES UYUMLARI
1. Büyük ünlü uyumu
2. küçük ünlü uyumu
C. ÜNLÜLERLE İLGİLİ SES OLAYLARI
1. ÜNLÜ DÜŞMESİ
2. ÜNLÜ TÜR
... See more
--Alıntıdır--


Ses ve Dil sesi
HARF ve HARF SİSTEMİ (ALFABE)
Ses-Harf İlişkisi
Seslerin birleşmesi,
hece yapısı ve kelime
Seslerin Meydana Gelişi
Seslerin Sınıflandırılması
I. ÜNLÜLER
A. ÜNLÜLERİN ÖZELLİKLERİ
B. ÜNLÜLERLE İLGİLİ SES UYUMLARI
1. Büyük ünlü uyumu
2. küçük ünlü uyumu
C. ÜNLÜLERLE İLGİLİ SES OLAYLARI
1. ÜNLÜ DÜŞMESİ
2. ÜNLÜ TÜREMESİ
3. ÜNLÜ DARALMASI

SES BİLGİSİ
Ses ve Dil Sesi
Genel anlamda kulağın duyabildiği titreşimlere ses denir. Ciğerlerden gelen havanın ses yolunda meydana getirdiği titreşime dil sesi denir. Dil sesleri, konuşma organlarının (ağız, burun, boğaz boşluğu ve soluk borusu) uyumlu çalışmasıyla, anlamlı kelimeler oluşturacak biçimde meydana gelir.

Ses, dilin en küçük birimidir. Kelimelerin söylenip yazılması ses değerlerine bağlıdır.
Sesler, anlam ayırt edici özelliğe de sahiptir:
ad/at, od/ot, sac/saç, hac/haç, hala/hâlâ, dahi/dâhi

HARF ve HARF SİSTEMİ (ALFABE)
Dildeki sesleri gösteren ve alfabeyi oluşturan işaretlere harf denir. Yani harf, sesin yazıdaki karşılığıdır.
Bir dildeki harflerin belirli bir sıraya dizilmiş bütününe alfabe denir. Alfabede bulunan harflerin dilin her sesini temsil edebilmesi önemlidir.
Türk alfabesi, Lâtin harfleri esas alınarak, 01.11.1928 gün ve 1353 sayılı kanunla tespit ve kabul edilmiştir. Bu kanuna göre, Türk alfabesinde 29 harf bulunmaktadır. Bunların 21 tanesi ünsüzleri, 8 tanesi de ünlüleri karşılar.
Lâtin alfabesindeki "q", "x" ve "w" harfleri alınmamış; bu alfabeye "ğ", "i", "ş" sesleri eklenmiştir.
Türk alfabesi, her ses için ayrı bir harf ve her harf için ayrı bir ses ilkesine göre düzenlenmiştir. Buna göre dilimiz, yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan bir dildir.
Ses-Harf İlişkisi
Harf ile ses terimlerini birbirinden ayırmak gerekir. Ses kulağa, harf ise göze hitap eder.
Önce ses vardı. Sonra yazının icat edilmesiyle sesler yazıda harflerle temsil edilmeye başladı.
Bir dilin sesleri farklı alfabelerle de yazıya aktarılabilir. Nitekim Türk dili sırayla Göktürk, Uygur, Arap, Lâtin ve Kiril alfabeleriyle yazılmıştır.

SESLERİN Sınıflandırılması
Bir dilde bulunan sesler, o dilin ses dağarcığını oluşturur. Türkçenin ses dağarcığını da 29 ses oluşturur. Bu sesler, "ünlüler" ve "ünsüzler" olmak üzere ikiye ayrılır.
I. ÜNLÜLER
Ağzın açık durumunda (yani ses yolu açıkken), hiçbir engelle karşılaşmadan çıkan seslerdir.
Tek başlarına ve uzun ünlü gibi (iki ünlü değerinde) telâffuz edilirler.
Türkçede 8 tane ünlü vardır: a e ı i o ö u ü
A. ÜNLÜLERİN ÖZELLİKLERİ
Ünlüler şu şekilde sınıflandırılır:
Dudakların durumuna göre >
DÜZLER
YUVARLAKLAR
Ağzın açıklığına göre (Alt çenenin açıklığına göre)>
Genişler
Darlar
Genişler
Darlar
Dilin duru-muna göre>
KALINLAR
a
ı
o
u
İNCELER
e
i
ö
ü

Kalın ünlüler, dilin geriye çekilmesiyle; ince ünlüler, dilin ileri doğru itilmesiyle oluşur.
Dudaklar düz durumdayken çıkan ünlüler düz; büzülüp yuvarlaklaşmış durumdayken çıkan ünlüler de yuvarlak ünlüdür.
Alt çenenin açık ve ağız boşluğunun geniş durumunda çıkan ünlüler geniş; alt çene az açık ve ağız boşluğu darken çıkan ünlüler de dar ünlüdür.
Bu sınıflandırmaya göre her ünlünün üç özelliği vardır.

*Buna göre hangi ünlünün hangi özelliğe sahip olduğuna tek tek bakalım:
a
düz, geniş, kalın
o
yuvarlak, geniş, kalın
e
düz, geniş, ince
ö
yuvarlak, geniş, ince
ı
düz, dar, kalın
u
yuvarlak, dar, kalın
i
düz, dar, ince
ü
yuvarlak, dar, ince

Ünlülerin bu özellikleri ünlü uyumlarında ve bazı ses olaylarında karşımıza çıkacaktır.
Ünlülerin kullanımıyla ilgili bazı kurallar:

Türkçede iki ünlü yan yana bulunmaz. İki ünlünün yan yana olduğu kelimeler kesinlikle Türkçe değildir:
Saat, kanaat, şecaat, maarif, aile, kaide, mail, miat, dair, Siirt, buut (boyut), fiil...
Kökeni Türkçe olan kelimelerde uzun ünlü yoktur. Uzun ünlü, Arapça ve Farsçadan dilimize giren kelimelerde vardır.
şair, numune, iman (şa:ir, numu:ne, i:man)
-Ancak Türkçede uzun ünlü bulunmadığı için birçok yabancı kelimedeki uzun ünlüler Türkçede kısa telâffuz edilir.
beyaz, hiç, rahat...
-Bazen bu kelimelere ünlüyle başlayan bir ek getirildiğinde uzunluk tekrar ortaya çıkar. esas>esası, hayat>hayatı, kanun>kanunen... (esa:sı, haya:tı, kanu:nen)

-Bazı örneklerde uzunluk ek getirildiğinde de ortaya çıkmaz.
beyaz>beyazı, can>canım...
-Uzun ünlüler belli durumlar dışında gösterilmez.
Gösterilmeyenlere örn.: adalet, badem, beraber, şive, şube;
Gösterilenlere örn.: âdet, yâr, âlem, şûra, hâlâ...
-Eski yazıdan çeviri yapılan bilimsel metinlerde uzun ünlüler özel işaretlerle gösterilebilir. a, u
Türkçede İngilizce by, gibi ünlü bulundurmayan kelime (kısaltmalar hariç) yoktur.
Türkçe kelimelerde birinci heceden sonraki hecelerde o ve ö ünlüleri bulunmaz.

B. ÜNLÜLERLE İLGİLİ SES UYUMLARI
Ünlülerin düzlük-yuvarlaklık, kalınlık-incelik ve darlık-genişlik özellikleri iki ses uyumunda karşımıza çıkar:
1. Büyük ünlü uyumu
2. Küçük ünlü uyumu.
Şimdi bu kuralları inceleyelim:
1. BÜYÜK ÜNLÜ UYUMU
Kalınlık-incelik uyumu da denir.
Bu kurala göre Türkçe bir kelimenin ünlülerinin tamamı ya kalın ya da ince olmalıdır.
sevilmek, ince, denizden, kelebekler, göstermelik...;
satılık, kalın, oyun, uçurtma, aşağı, sorular...
Büyük ünlü uyumunda (küçük ünlü uyumunu hesaba katmazsak) hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde gösterilebilir:
a> a, ı, o, u e> e, i, ö, ü ı> a, ı, o, u i> e, i, ö, ü
o> a, ı, o, u ö> e, i, ö, ü u> a, ı, o, u ü> e, i, ö, ü
Küçük ünlü uyumunu hesaba katarsak hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde gösterilebilir:
a> a, ı e> e, i ı> a, ı i> e, i
o> a, u ö> e, ü u> a, u ü> e, ü
Kalın ve ince ünlülerin bir arada olduğu kelimeler ya değişikliğe uğramış Türkçe kelimelerdir ya da yabancı kelimelerdir.
-Değişikliğe uğramış Türkçe kelimeler:
şışman>şişman, ınanmak>inanmak, dakı>dahi, kanı>hani, alma>elma, ana>anne, karındaş>kardaş>kardeş, kangı>hangi...
-Yabancı kelimeler:
kalem, cihan, insan, merhamet, afiyet, asayiş, meteoroloji,semantik...
-Bazı yabancı kelimeler bu kurala uydurulmuştur.
divar>duvar, kalib>kalıp, brillante>pırlanta, suret>surat...
Büyük ünlü uyumu kuralına uymayan (Türkçe ve yabancı) kelimelere getirilen ekler kelimenin son hecesine uyar:
annemiz, kardeşçe, veriyordu, elmalık, dünyanın, merhametli...
-Ancak bazı yabancı kelimelerde, ünlüsü kalın olan son heceden sonra ince ünlü gelir. Bunun sebebi, kelime sonundaki ünsüzün ince oluşudur.
alkolü, emlâkçilik, hakikati, helâkimiz, kabulüm, saatte, sadakatten...
Kelime kökleri bu kurala uyduğu gibi, kelimelere (Türkçe ve yabancı) getirilen ekler de kökün ünlüsüne göre belirlenerek çekimli ve türemiş bütün kelimeler bu kurala uydurulur.
yürü>yürüdüm, yürümek, yürüyen, yürüsün, yürüme...
oku>okusun, okuyalım, okuyucu, okuduk...
-Ancak bu kurala uymayan ekler vardır:
-yor (şimdiki zaman eki): geliyor, biliyor, istiyor, gizliyor...
-ken (zarf-fiil eki) : alırken, koşarken, bakarken...
-leyin (isimden zarf yapan ek): sabahleyin, akşamleyin
-(İ)mtırak (sıfattan sıfat yapan ek): yeşilimtırak, mavimtırak, ekşimtırak...
-ki (ilgi zamiri ve sıfat yapan ek): onunki, yukarıdaki, akşamki...
-Taş (isimden isim yapan ek): meslektaş, ülküdaş...
-gil (aile bildirir): halamgil, dayımgil, baklagiller...

-Ancak, bu eklerle yapılan bütün kelimeler büyük ünlü uyumuna aykırıdır denemez. Öyleyse bu eklerin ünlülerinin her zaman aynı özellikte (kalın veya ince) olduğunu, bu yüzden bazı kelimelerde uyuma girmediklerini söyleyebiliriz:öğleyin, gelirken, sarımtırak, seninki, arkadaş, eniştemgil...

2. KÜÇÜK ÜNLÜ UYUMU
Düzlük-yuvarlaklık uyumu da denir.

Bu kurala göre bir kelime düz ünlü (a, e, ı, i) ile başlıyorsa sonraki ünlüler düz; yuvarlak ünlü (o, ö, u, ü) ile başlıyorsa sonraki ünlüler ya dar yuvarlak (u, ü) ya da düz geniş (a, e) olmalıdır:
arkadaş, karanlık, kelime, merdiven, serilmek, ıslık, ılık, ırak, sıcaklık, incelik, iyi
kova, orak, oğlak, oğlan, gözlem, önem, uğrak, uygar, uğraşmak, üzer, üçer
okul, kuru, uygun, olumlu, bozulmuş, çocuk, oğul, okul, ölümlü, öküz, uğur, ululuk, üçüz, üzüm, süzgün...
Küçük ünlü uyumunun büyük ünlü uyumundan bir farkı vardır:
Büyük ünlü uyumunda kelimedeki bütün ünlülerin kalınlık ve incelik bakımlarından uyuşmaları gerekli iken, küçük ünlü uyumunda her ünlü kendinden önceki ünlüye uymak zorundadır.
Meselâ, "kolaylık" örneğinde olduğu gibi "ı" ünlüsü kendinden önceki "a" ünlüsüne uyarken "a"dan önceki "o" ünlüsüne uymayabilir.
Bu özellik, yuvarlak ünlüden sonra düz-geniş ünlü geldiği zaman karşımıza çıkmaktadır:
ufaklık, uzaklık, olası, önemli, üzerinde...
Büyük ünlü uyumunu hesaba katmazsak küçük ünlü uyumu kuralına göre hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde gösterilebilir:
a> a, e, ı, i e> a, e, ı, i ı> a, e, ı, i i> a, e, ı, i
o> a, e, u, ü ö> a, e, u, ü u> a, e, u, ü ü> a, e, u, ü
Büyük ünlü uyumunu hesaba katarsak küçük ünlü uyumu kuralına göre hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği şu şekilde gösterilebilir:
a> a, ı e> e, i ı> a, ı i> e, i
o> a, u ö> e, ü u> a, u ü> e, ü
-Bu kurala uymayan yabancı kelimeler:
alkol, daktilo, mönü, akordeon, rötar, radyo, tiyatro, otobüs, televizyon, horoz, kamyon, siroz...
-Ancak bazı alıntı kelimeler bu kurala uydurulmuştur:
müdir>müdür, mümkin>mümkün, müşkil>müşkül...
-Bu kurala uymayan Türkçe kelimeler:
Avuç, avurt, kavurmak, kavuşmak, savurmak, kavun, karpuz, yağmur, çamur, tavuk, kabuk...
-yor ve -ki ekleri de çoğu zaman bu kurala uymaz:geliyor, onunki...
JKüçük ünlü uyumuna aykırı kelimelere (Türkçe ve yabancı) getirilen ekler, kelimenin son ünlüsüne uyar:
Kavunu, yağmurluk, müminlik, müzikçi...

Sonuç
=====
Bu uyumlar Türkçenin ayırt edici özellikleridir. Yani bu kurallara uymayan kelimeler çoğunlukla Türkçe değildir. Ama bu kurallar uyan kelimelerin tümü Türkçedir de diyemeyiz. O hâlde bu kurallar sadece Türkçe kelimelerde aranmalıdır.
Ayrıca bu kurallar en az iki heceli kelimelerde aranmalıdır. Tek heceli kelimelerle bitişik kelimelerde aranmaz. Bitişik kelimeyi oluşturan kelimeler ayrı ayrı incelenebilir; birbirleriyle uyumlu olup olmadıklarına bakılmaz.
anaerkil, ataerkil, babayiğit, pisboğaz, büyükbaş, küçükbaş (hayvan), camgöz, cingöz, paragöz, hoşbeş, yüzgöz (olmak), düztaban, Karagöz, karagöz (balığı), önayak (olmak), kafakol, tepegöz, tıknefes, günaydın, hanımeli, aslanpençesi, keçiboynuzu, yeşilbaş (ördek), dilberdudağı, tavukgöğsü, baştankara (kuş), düşeyazdım, gidedurun, çıkageldi, alabilirsin, alabildiğine (kalıplaşmış), bakıver, düşmeyegör, ölmeyegör, çöpçatan, günebakan, ordubozan, oyunbozan, yelkovan, yolkesen, akımtoplar, amperölçer, barışsever, basınçölçer, bilgisayar, sanatsever, yurtsever, vatansever karıncaezmez, kuşkonmaz, külyutmaz, varyemez...
Yabancı kelimeler bu kurallara uyabilir de uymayabilir de...
kalem, müzik, merasim; serbest, delil, fakat...
Kelimelerin bu kurallara uyup uymadıklarına bakılırken kelimeler tek başlarına değerlendirilir. Ancak "de" bağlacı ve soru eki kendinden önceki kelimeye uyarlar:
"mi" soru eki: geleyim mi, okudun mu
"de" bağlacı: sen de, o da, aldı da, özledim de...
*Ek-fiilin çekimi olan "ise" kelimesiyle "ile" edatı (hem edat hem bağlaç), bitişik yazıldıkları zaman ünlü uyumlarına girerler:
alır ise>alırsa, konu ile>konuyla...
Türkçe kelimeler bu kuralların her ikisine birden uyarlar (değişikliğe uğramış olanlar hariç). Ama Türkçe olsun olmasın, bir kelime bu kuralların her ikisine de uymak zorunda değildir; birine uyup diğerine aykırı düşebilir. Bu yüzden bu ünlü uyum kuralları ayrı ayrı ele alınmalıdır.
kavun, mönü: büu var, küu yok
mezar, nazik: büu yok, küu var
Büyük ve küçük ünlü uyumlarının ikisini de kapsayacak şekilde verilen aşağıdaki tabloda hangi ünlüden sonra hangisinin gelebileceği verilmiştir:
a> a, ı e> e, i ı> ı, a i> i, e
o> u, a ö> ü, e u> u, a ü> ü, e

C. ÜNLÜLERLE İLGİLİ SES OLAYLARI

1. ÜNLÜ DÜŞMESİ
İki heceli olup birinci hecesinde geniş (a, e, o, ö), ikinci hecesinde dar ünlü (ı, i, u, ü) bulunduran bazı Türkçe ve yabancı kelimelere ünlü ile başlayan veya tek ünlüden oluşan bir ek getirildiğinde kelimenin vurgusuz hâle gelen ikinci hecesindeki dar ünlünün düşmesine hece düşmesi denir. Buna orta hece düşmesi de denir:
ağız>ağzı, burun>burnu, koyun(bağır, döş)>koynuna, alın>alnı, oğul>oğlu, gönül>gönlüm, beniz,>benzi,
ömür>ömrüm, cürüm>cürmü, hüküm>hükmü, fikir>fikri...
ileri-le-mek>ilerlemek, koku-la-mak>koklamak,
kavuş-ak>kavşak, uyu>uyku, devir->devril-...
-Bazı durumlarda geniş ünlüler de düşebilir: nerede>nerde, burada>burda, şurada>şurda...
-Bazı Arapça kelimelere (isim) yardımcı fiil getirildiğinde de hece düşmesi görülür:
kayıp>kaybolmak, emir>emretmek, keşif>keşfetmek, sabır>sabretmek...
*gönülden gönüle, ağıza, buruna, babadan oğula örneklerindeki gibi ekte geniş ünlü varsa hece düşmesi olmayabilir.
oyunu, koyunu vb. hece düşmesi olmayan kelimelerdir.
-Özel isimlerde hâliyle hece düşmesi olmaz:Gönül'e, Ömür'ü...

2. ÜNLÜ TÜREMESİ
Ünlü türemesinin görüldüğü yerler:
Sonunda, sırayla bir sürekli veya süreksiz ünsüzle bir sürekli ünsüz bulunan Arapça ve Farsça kelimelerde, son iki ünsüz arasında telâffuzu kolaylaştırmak için bir ünlü türetilir. Bu kelimelere ünlüyle başlayan ekler veya bitişik yazılacak şekilde yardımcı fiiller getirildiğinde türemiş olan ünlüler tekrar düşer. Her ikisi de ayrı ayrı ama birbirinden kaynaklanan ses olayıdır: ünlü türemesi, ünlü düşmesi.
emir yiyince ye-ecek>yiyecek
Not: deyince, deyip örneklerindeki e, yazıda korunur.
Not: ne-ye>niye kelimesinde de daralma vardır.
Daralma olumsuzluk ekinin ünlüsü için de geçerlidir.
kork-ma-yor>korkmuyor,gel-me-yor>gelmiyor...
Çok heceli kelimelerde sadece söyleyişte daralma vardır.
atlayarak (>atlıyarak), başlayan (>başlıyan), yaşayacak (>yaşıyacak), atlamayalım (>atlamıyalım), gelmeyen (>gelmiyen), gizleyeli (>gizliyeli)...

---
Kaynak: http://www.turkceciler.com/Dersnotlari/sesbilgisi.html
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Türkçe Sözcüklerin Ses Özellikleri" Aug 16, 2013

--Alıntıdır--


Yazan: Bülent Sakça
Pazartesi, 06 Temmuz 2009 10:48

Gündelik yaşamda kullandığımız sözcüklerin Türkçe olup olmadığını yahut hangi dile ait olduğunu çoğu zaman merak etmişizdir. Bir sözcüğün Türkçe olup olmadığını kolayca anlayabiliriz; ancak hangi dile ait olduğunu anlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Bunun için dünya dilleri üzerinde uzun yıllar
... See more
--Alıntıdır--


Yazan: Bülent Sakça
Pazartesi, 06 Temmuz 2009 10:48

Gündelik yaşamda kullandığımız sözcüklerin Türkçe olup olmadığını yahut hangi dile ait olduğunu çoğu zaman merak etmişizdir. Bir sözcüğün Türkçe olup olmadığını kolayca anlayabiliriz; ancak hangi dile ait olduğunu anlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Bunun için dünya dilleri üzerinde uzun yıllar araştırma yapmak, daha doğrusu bir dilbilimci gibi ömrü bu işe adamış olmak gerekir.


Bir dilin sözcük dağarcığında, komşu ülkelerin dillerinden geçmiş çok sayıda yabancı sözcük bulunur. Ülkeler bu konuda hangi önlemleri alırlarsa alsınlar, diller arasındaki sözcük alışverişinin önüne geçemezler. Özellikle iletişim teknolojisinin dudak uçuklatacak bir düzeye geldiği günümüzde, bunu başarmak bir hayli zordur.

Bu yazıyı okuduktan sonra çoğu kişi, Türkçe sandığı pek çok sözcüğün aslında yabancı kökenli olduğunu yüreği burkularak görecektir. Daha şimdiden “Aaa, bu da mı Türkçe değilmiş!.. Yok canım, daha neler!.. Bu kadarı da fazla yaa!.. Bize ne kaldı!..” gibi yakınmaları duyar gibi oluyorum.

Aklımıza takılan herhangi bir sözcüğün kökenini, hangi dile ait olduğunu öğrenmek için internetten faydalanabiliriz. Arama motoruna (google) “Türkçe sözlük” yazıp tıklarız. Karşımıza Türk Dil Kurumu’nun web sitesi çıkar. Güncel Türkçe Sözlük’e kökenini merak ettiğimiz sözcüğü yazarız. Oldukça kolay bir işlemle - klavyemizin bir iki tuşuna basarak - birkaç saniyede sözcüğün dilimize hangi dilden geçtiğini öğrenir, merakımızı gidermiş oluruz.

Herhangi bir sözcüğün Türkçe olup olmadığını nasıl anlarız?

Gayet kolay… Yapmamız gereken, Türkçenin ses özelliklerini, Türkçede hangi seslerin bulunup bulunmadığını belirten aşağıdaki birkaç kuralı dikkatlice okumak. Bu kuralları göz önünde bulundurarak bir sözcüğe baktığımızda, sözcüğün Türkçe olup olmadığını - yüzde yüz gibi kesin olmasa da - anlayabiliriz.

Türkçe Sözcüklerin Ses Özellikleri
* Türkçe sözcükler büyük ünlü (kalınlık-incelik) uyumuna uyar.

Türkçede sözcüğün ilk hecesinde kalın ünlü (a, ı, o, u) varsa, sonraki hecelerde de kalın ünlü (a, ı, o, u) bulunur; ince ünlü (e, i, ö, ü) varsa, sonraki hecelerde de ince ünlü (e, i, ö, ü) bulunur. Buna büyük ünlü uyumu denir.

Kalın ünlüler: a, ı, o, u
İnce ünlüler: e, i, ö, ü

İlk hece Sonraki heceler
a, ı, o, u (kalın) → a, ı, o, u (kalın)
e, i, ö, ü (ince) → e, i, ö, ü (ince)

sinema (Fransızca), sandalye (Arapça), mavi (Arapça), karizma (Fransızca)…

Yukarıdaki sözcükler büyük ünlü uyumuna aykırı olduğu için Türkçe değildir, dilimize başka dillerden geçmiş yabancı sözcüklerdir.

* Türkçe sözcükler küçük ünlü (düzlük-yuvarlaklık) uyumuna uyar.

Türkçede düz ünlü (a, e, ı, i) bulunan bir heceden sonra yine düz ünlü (a, e, ı, i) gelir; yuvarlak ünlü (o, ö, u, ü) bulunan bir heceden sonra ya düz-geniş ünlü (a, e) ya da dar-yuvarlak ünlü (u, ü) gelir. Buna küçük ünlü uyumu denir.

Düz ünlüler: a, e, ı, i
Yuvarlak ünlüler: o, ö, u, ü,

hece Sonraki hece
a, e, ı, i (düz) → a, e, ı, i (düz)
o, ö, u, ü (yuvarlak) → a, e (düz-geniş) / u, ü (dar-yuvarlak)

hamur (Arapça), memur (Arapça), marul (Rumca), kanun (Arapça)…

Yukarıdaki sözcükler küçük ünlü uyumuna aykırı olduğu için Türkçe değildir.

* Türkçe sözcüklerde ilk heceden sonra o, ö bulunmaz.

doktor (Fransızca), horoz (Farsça), atom (Fransızca), aktör (Fransızca), maydanoz (Rumca), tiyatro (İtalyanca), rekor (Fransızca)…

* Türkçe sözcüklerde uzun ünlü yoktur.

cezâ (Arapça), fedâ (Arapça), âlem (Arapça), âşık (Arapça)…

* Türkçe sözcüklerde ince a (â) ünlüsü yoktur.

kâğıt (Farsça), kâtip (Arapça), rüzgâr (Farsça), hikâye (Arapça)…

* Türkçe sözcüklerde iki ünlü yan yana gelmez.

kuaför (Fransızca), seans (Fransızca), saat (Arapça), aile (Arapça), şiir (Arapça), şair (Arapça), kauçuk (Fransızca)…

* Türkçe sözcüklerde j sesi yoktur.

pijama (Fransızca), jeton (Fransızca), jilet, jandarma (İtalyanca), jüri (Fransızca)…

* Türkçe sözcüklerde f sesi yoktur.

fakir (Arapça), fayton (Fransızca), fırın (Rumca), fasulye (Rumca), fındık (Arapça), fayda (Arapça), fizik (Fransızca), fatura (İtalyanca)…

* Türkçe sözcüklerde h sesi yoktur.

hasta (Farsça), haydut (Arapça), hayvan (Arapça), hayat (Arapça), sabah (Arapça), hiza (Arapça), his (Arapça), hür (Arapça), hayal (Arapça)…

* Türkçe sözcüklerin başında l, r, ğ, c, m, n, v, z ünsüzleri bulunmaz.

limon (Rumca), lale (Farsça), radyo (Fransızca), roman (Fransızca), rakam (Arapça), cevap (Arapça), cuma (Arapça), moral (Fransızca), mektup (Arapça), numara (İtalyanca), normal (Fransızca), vücut (Arapça), vaat (Arapça), viraj (Fransızca), zeytin (Arapça), zehir (Farsça), zaman (Arapça), zil (Farsça)…

* Türkçe sözcüklerin başında iki ünsüz bulunmaz.

Tren (Fransızca), kral (Sırpça), kravat (Fransızca), spiker (Fransızca), spor (Fransızca), plaj (Fransızca), krema (İtalyanca), kredi (Fransızca), plan (Fransızca), prenses (Fransızca)…

* Türkçe sözcüklerin kökünde aynı iki ünsüz yan yana bulunmaz.

Millet (Arapça), dükkân (Arapça), bakkal (Arapça), madde (Arapça), sarraf (Arapça), seyyar (Arapça), cadde (Arapça), zerre (Arapça), sıhhat (Arapça)…

* Türkçe sözcüklerin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz.

Katalog (Fransızca), hac (Arapça), kod (Fransızca)…
Kitap (kitab – Arapça), mektup (mektub – Arapça), dolap (dolab – Arapça), ilaç (ilac – Arapça), talep (taleb – Arapça)…


Yukarıda öğrendiğimiz kuralları birkaç sözcük üzerinde uygulayalım, incelediğimiz sözcüklerin neden Türkçe olmadığını görelim:

Jeton sözcüğü Türkçe midir?
Hayır değildir; çünkü,
* Büyük ünlü uyumuna uymaz. İlk hecesinde ince ünlü (e) var, sonraki hecede ince ünlü (e, i , ö, ü) gelmesi gerekirken kalın ünlü (o) gelmiş.
* Küçük ünlü uyumuna uymaz. Düz ünlü (e) bulunan bir heceden sonra, ya düz-geniş ünlü (a, e) ya da dar yuvarlak ünlü (u, ü) gelmesi gerekirken geniş yuvarlak ünlü (o) gelmiş.
* Türkçe sözcüklerin ilk hecesinden sonra o, ö bulunmaz.
* Türkçe sözcüklerde j sesi yoktur.
(Jeton sözcüğü dilimize Fransızcadan geçmiştir.)

Tiyatro sözcüğü Türkçe midir?
Hayır değildir; çünkü,
* Büyük ünlü uyumuna uymaz. İlk hecesinde ince ünlü (i) var, sonraki hecelerde ince ünlü (e, i , ö, ü) gelmesi gerekirken kalın ünlü (a, o) gelmiş.
* Küçük ünlü uyumuna uymaz. Düz ünlü (a) bulunan bir heceden sonra, ya düz-geniş ünlü (a, e) ya da dar yuvarlak ünlü (u, ü) gelmesi gerekirken geniş yuvarlak ünlü (o) gelmiş.
* Türkçe sözcüklerin ilk hecesinden sonra o, ö bulunmaz.
(Tiyatro sözcüğü dilimize İtalyancadan geçmiştir.)

Millet sözcüğü Türkçe midir?
Hayır değildir; çünkü,
* Türkçe sözcüklerin başında m ünsüzü bulunmaz.
* Türkçe sözcüklerin kökünde aynı iki ünsüz yan yana bulunmaz.
(Millet sözcüğü dilimize Arapçadan geçmiştir.)

Fasulye sözcüğü Türkçe midir?
Hayır değildir; çünkü,
* Büyük ünlü uyumuna uymaz. Sözcüğün ilk hecesinde kalın ünlü (a) var, sonraki hecelerde de kalın ünlü (a, ı, o, u) olması gerekirken, son hecede ince ünlü (e) kullanılmış.
* Küçük ünlü uyumuna uymaz. Düz ünlü (a) bulunan bir heceden sonra yine düz ünlü (a, e, ı, i) gelmesi gerekirken yuvarlak ünlü (u) gelmiş.
* Türkçe sözcüklerde f sesi yoktur.
(Fasulye sözcüğü dilimize Rumcadan geçmiştir.)

Limon sözcüğü Türkçe midir?
Hayır değildir; çünkü,
* Büyük ünlü uyumuna aykırıdır. Sözcüğün ilk hecesinde ince ünlü (i) var, sonraki hecede de ince ünlü (e, i, ö, ü) olması gerekirken kalın ünlü (o) gelmiş.
* Küçük ünlü uyumuna aykırıdır. Düz ünlü (i) bulunan heceden sonra yine düz ünlü (a, e, u, ü) gelmesi gerekirken yuvarlak ünlü (o) gelmiş.
* Türkçe sözcüklerin ilk hecesinden sonra o, ö bulunmaz.
* Türkçe sözcüklerin başında L bulunmaz.
(Limon sözcüğü dilimize Rumcadan geçmiştir.)

Aile sözcüğü Türkçe midir?
Hayır değildir; çünkü,
* Büyük ünlü uyumuna uymaz. Sözcüğün ilk hecesinde kalın ünlü (a) var, sonraki hecelerde de kalın ünlü (a, ı, o, u) olması gerekirken, ince ünlü (i, e) gelmiş.
* Türkçe sözcüklerde iki ünlü yan yana gelmez.
(Aile sözcüğü dilimize Arapçadan geçmiştir.)

Âlem sözcüğü Türkçe midir?
Hayır değildir; çünkü,
* Büyük ünlü uyumuna uymaz. İlk hecede kalın ünlü (â) var, sonraki hecede de kalın ünlü (a, ı, o, u) olması gerekirken ince ünlü (e) gelmiş.
* Türkçe sözcüklerde uzun ünlü yoktur.
(Âlem sözcüğü dilimize Arapçadan geçmiştir.)

Viraj sözcüğü Türkçe midir?
Hayır değildir; çünkü,
* Büyük ünlü uyumuna aykırıdır. Sözcüğün ilk hecesinde ince ünlü (i) var, sonraki hecenin de ince ünlülü (e, i, ö, ü) olması gerekir, fakat kalın ünlü (a) gelmiş.
* Türkçe sözcüklerin başında v ünsüzü bulunmaz.
* Türkçe sözcüklerde j sesi yoktur.
(Viraj sözcüğü dilimize Fransızcadan geçmiştir.)

---
Kaynak: http://www.yenimakale.com/turkce-sozcuklerin-ses-ozellikleri.html

[Değişiklik saati 2013-08-16 05:01 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Sık Yapılan İmla Hataları" Aug 16, 2013

--Alıntıdır--


Yazan: Ece Saçar
============

İnsan editör olunca, bir taraftan da redaktörlük yapınca, en büyük mesleki deformasyonu yanlış yazıldığını gördüğü her kelimeyi ister istemez düzeltmeye çalışması oluyor.

Çoğu zaman itici görünmeyi göze alarak, her “şey” ayrı yazılır, -de, -da ayırmayı bilmeyenle olmaz tarzından çıkışlar yapabiliyorum. “Yazılan metin veya cümledeki anlamı anlayabilme
... See more
--Alıntıdır--


Yazan: Ece Saçar
============

İnsan editör olunca, bir taraftan da redaktörlük yapınca, en büyük mesleki deformasyonu yanlış yazıldığını gördüğü her kelimeyi ister istemez düzeltmeye çalışması oluyor.

Çoğu zaman itici görünmeyi göze alarak, her “şey” ayrı yazılır, -de, -da ayırmayı bilmeyenle olmaz tarzından çıkışlar yapabiliyorum. “Yazılan metin veya cümledeki anlamı anlayabilmek önemli, doğru yazılması da şart mı?!” diyen bir kitleyle de çoğu zaman karşı karşıya gelebiliyorum.

Aksi bir şekilde davranmak elimde değil. Yazım yanlışı yapan kişilerin dediklerini ciddiye alamıyorum. Gözümde puan kaybediyor.

Bütün bunları dedikten sonra biraz da olsa bir amme hizmeti yaparak, en sık yapılan hataların doğru yazılışlarını paylaşmaya karar verdim.



(Yazım yanlışları deyince akla gelen ilk fotoğraf yukarıdaki fotoğraftır herhalde. Doğru yazılışı “egzoz” iken, beş farklı şekilde yazılmasına rağmen bir türlü doğrusu bulunamamış.)

1. Her “şey” ayrı yazılır. Sonunda “şey” olan her şey ayrı yazılır.

2. “iş birliği” ayrı yazılır.

3. “hafta içi, hafta sonu” ayrı yazılır.

4. Herhangi bir, birkaç, birçok, her gün, her biri, ara sıra, art arda, hiçbir, hiç kimse, itibarıyla, yan yana, yalnız, yanlış, orijinal, mütevazı, inisiyatif, acente, şefkat, vejetaryen, unvan şeklinde yazılır.

5. Hem… hem de…, ne… ne de… gibi bağlaçların arasına noktalama işareti koyulmaz.

6. Bağlaç olan “da“, “de” (dahi anlamında) ayrı yazılır. Kendisinden önceki kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak ünlü uyumlarına uyar:

Bulunma hali olan “-da” birleşik yazılır.

“Ben de seni özledim.”

“Kalemin bende kalmış.”

*Te, ta diye bir bağlaç yoktur. De’nin ayrı yazılıp yazılmadığını kontrol etmenin en kolay yolu de’yi çıkartıp cümleyi okumaktır.

7. Sona gelen “ki” bağlaç ise ayrı yazılır.

Böyle de yatılmaz ki.

8. Ki bağlacının bir işlevi de, birleşik cümlelerde yan cümleciği ana cümleciğe bağlamaktır:

“Eve geldiğimde gördüm ki musluk açık kalmış”.

Birkaç örnekte “ki” bağlacı kalıplaşmış olduğu için bitişik yazılır: belki, çünkü, hâlbuki, mademki, meğerki, oysaki, sanki.

9. “Ya da” ayrı yazılır.

10.Soru ekleri ayrı yazılır.

11.Noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakılır.

12. “orada, burada, şurada” , “orda, burda, şurda” diye yazılmaz.

13. Özel isimlere getirilen çekim ekleri kesme işareti (‘) ile ayrılır.

14. Tekil özel isimlere gelen çoğul ekleri ve bunlardan sonra gelen ekler kesmeyle ayrılmaz.

Eceler, Seraplar…

15. Birden fazla kelimeden oluşan sayılar ayrı yazılır:beş yüz, iki bin üç yüz beş.

16. Sayılarda kesirler nokta ile değil, virgül ile ayrılır. 13,2

17. Kurum, kuruluş, kurul ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz: Türkiye Büyük Millet Meclisine.

18. Üç nokta yerine iki nokta veya üçten çok sayıda nokta kullanılmaz.

19. Anlamca soru cümlesi olmayan cümlelerde soru işareti kullanılmaz.

20. Memleket veya köken bildiren yapım eki -lı birleşik yazılır. Örnek: İstanbullu, Amerikalı.

21. P, ç, t, k gibi ünsüzlerle biten özel adlar ünlü ile başlayan ek aldıklarına yumuşatılarak söylenirler ancak bu yazıma yansıtılmaz. Örnek: Zonguldak’ın (yazılışı), Zonguldağın (okunuşu).

Fakat özel isimlerden yapım ekleri ve çoğul ekleri ile türetilen sözcüklerden sonra gelen ekler kesme işareti ile ayrılmaz ve okundukları gibi yazılırlar: Atatürkçülüğü, Müslümanlığın vb.

22. Cami, sanayi gibi bazı Arapça kökenli sözcükler isim tamlamasında tamlanan olmadıklarında “tek i” harfi ile yazılırlar. Örnek: “Bugün camiye gittim.”

Ancak isim tamlamasında tamlanan olarak kullanıldıklarında ya “iki i” harfi ile ya da “-si” eki ile yazılmaları gerekir.

Örnek: “uçak sanayi” ve “uçak sanayisi” kullanımlarının her ikisi de doğrudur. Aynı şekilde Beyazıt Camii ve Beyazıt Camisi kullanımlarının her ikisi de doğrudur.

23. Hala sözcüğü “babanın kız kardeşi” anlamına gelir. “Şimdiye kadar” anlamına gelen sözcük ise hâlâ’dır.

24.“Kazanç” anlamında ise kâr şeklinde, “bir yağış türü” anlamında ise kar şeklinde yazılır.

25.Türkçe’miz, Türkçe’de, Türkçe’nin vb. kullanımlar yaygın yapılan hatalardır. Doğruları Türkçemiz, Türkçede ve Türkçenin’dir. Türkçe kelimesinden sonra hiçbir ek kesme işareti ile ayrılmaz. Bu konudaki kural şu şekildedir: Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz. Türkçe kelimesi Türk özel adına getirilen -çe yapım eki ile oluşturulduğu için bundan sonra kesme işaretine gerek yoktur.

26. Kısaltmalardan sonra gelen ekler, kelimelerin açılımına göre değil, kısaltmadaki harflerin okunuşlarına göre oluşturulurlar ve kesme işareti ile ayrılırlar. Örneğin Avrupa Birliği’ndeki ifadesi AB’ndeki şeklinde değil, AB’deki olarak kısaltılmalıdır.

27. Herhangi bir kelimeye eklenen ve ünsüz harfle başlayan yapım ve çekim ekleri kendisinden önceki son harf sert ünsüz ise sert, yumuşak ünsüz ise yumuşak ünsüz harfle başlamak zorundadır: dolapta, aşçı, evde vb.

Yumuşak ünsüzle biten kelimelere b, c, d, g ünsüzlerinden biriyle başlayan bir ek getirildiğinde ekin bu ilk ünsüzü yumuşak olarak kalır.

Sert ünsüzle biten kelimelere b, c, d, g ünsüzlerinden biriyle başlayan bir ek getirildiğinde ekin bu ilk ünsüzü sertleşerek p, ç, t, k ünsüzlerinden birine dönüşür. Bu duruma ünsüz sertleşmesi denir: dolapta

28. Sıfat veya zarf görevindeki pekiştirmeli sözler bitişik yazılır: apaçık, büsbütün, güpegündüz.

29. – a / -e, -acak / -ecek, -ayım / -eyim, -alım / -elim, -an / -en vb. eklerden önce gelen ünlü veya ekin geniş ünlüsü söyleyişe bakılmaksızın a / e ile yazılır:

30. İkilemeler ayrı yazılır.

31. İsim durum ekleri ve iyelik ekiyle yapılan ikilemeler de ayrı yazılır: baş başa, diz dize.

32. Çok heceli kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında sonlarında bulunan p, ç, t, k ünsüzleri yumuşayarak b, c, d, ğ’ye dönüşür: ağaç / ağacı, kazanç / kazancı; geçit / geçidi, kanat / kanadı; başak / başağı, bıçak / bıçağı vb.

Ancak birden fazla heceli olduğu hâlde sonlarındaki ünsüzleri yumuşamayan kelimeler de vardır: anıt / anıtı, bulut / bulutu, kanıt / kanıtı, ölçüt / ölçütü vb.

Tek heceli kelimelerin sonunda bulunan p, ç, t, k ünsüzleri ise iki ünlü arasında korunur: ak / akı, at / atı, bük / bükü, ek / eki, et / eti, göç / göçü, ip / ipi, kaç / kaçıncı, kök / kökü, ok / oku, ot / otu, saç / saçı, sap / sapı, suç / suçu, süt / sütü vb.

Buna karşılık tek heceli olduğu hâlde sonlarındaki ünsüzleri yumuşayan kelimeler de vardır: but / budu, dip / dibi, gök / göğü, kap / kabı, kurt / kurdu, uç / ucu, yurt / yurdu vb.



Biraz fazla oldu sanki ama arada bir tane bile bilmediğiniz yanlışı öğrenirseniz çok sevineceğim.

----
Kaynak: http://www.ecesacar.com/yazilarim-roportajlarim/yazdiklarim/sik-yapilan-imla-hatalari.html

[Değişiklik saati 2013-08-16 08:53 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"ŞİİR VE YAZIDA YAPILAN İMLA HATALARI" Aug 16, 2013

--Yazı alıntıdır--


Yazan: Çalıkuşu34/ İST /2012
=====================

Genellikle “dahi, bile” bağlaçlarıyla yakın anlamdadır. Bağlaç olup olmadığını anlamak için cümleden çıkarırız. Cümleden çıkardığımızda, cümlede anlam ve yapı bozulması görülüyorsa bağlaç; herhangi bir değişiklik olmuyorsa ek olduğunu anlarız ve ayrı bir sözcük olarak yazarız. Örnek :Adana’ya gelip de onu görmemek olmaz.

... See more
--Yazı alıntıdır--


Yazan: Çalıkuşu34/ İST /2012
=====================

Genellikle “dahi, bile” bağlaçlarıyla yakın anlamdadır. Bağlaç olup olmadığını anlamak için cümleden çıkarırız. Cümleden çıkardığımızda, cümlede anlam ve yapı bozulması görülüyorsa bağlaç; herhangi bir değişiklik olmuyorsa ek olduğunu anlarız ve ayrı bir sözcük olarak yazarız. Örnek :Adana’ya gelip de onu görmemek olmaz.

ü Sen de çok oldun artık!
B) De bağlacı kendinden önce gelen kelimelerin sesli harflerine kalınlık-incelik bakımından uyar. Örnek:
ü Gençliğimizle birlikte umutlarımız da uçup gitti.
ü Onu gördüyse de görmezlikten geldi.
C) Kendisinden önce gelen kelime, sert sessizle bitse dahi, bu bağlaç sertleşerek “te,ta” şeklinde yazılamaz. Yazılırsa yazım yanlışı ortaya çıkar. Örnek :
ü Bu iş aslında küçük te sen gözünde büyütüyorsun. (Yanlış)
ü Bu iş aslında küçük de sen gözünde büyütüyorsun. (Doğru)

Bağlaç olan “de, da” ile, ad durum eklerinden olan “-de, -da” ekleri karıştırılmamalıdır. “-de, -da” eğer ad ad durum ekiyse kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılır. Cümleden çıkarıldığında cümlenin anlamı da yapısı da bozulur. Örnek :
ü Bir süre sessizce yolda yürüdük.
ü Çiçeklerin kökünde bir hastalık var.
İki “de, da” üstüste gelirse birincisinin ad durum eki, ikincisinin bağlaç olduğu dikkate alınmalıdır.
Örnek : Telefon ettim evde de yokmuş.
“ile” Sözcüğünün Ek Olarak Yazımı: “ile” sözcüğü kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılırsa şu yazım kurallarına dikkat edilir :
A) Ünsüzle biten bir sözcüğe ile getirildiğinde başındaki ” i ” sesi düşer ve büyük ünlü uyumuna uyar.
Örnek : Okulla ev arası yarım saat sürüyor. (okul + ile okulla)
Erzurum’a kadar trenle gittim. (tren + ile trenle)
B) Ünlüyle biten bir sözcüğe, ile getirildiğinde, başındaki ” i ” sesi ” y ” ye dönüşür, yine ünlü uyumuna uyar. Örnek : Buraya kendi ayağıyla geldi. (ayağı + ile ayağıyla)
Silgiyle kalem istedi benden. ( silgi + ile silgiyle)
“ki” nin Yazımı: “ki” eğer bağlaçsa;
A) Genelllikle iki cümleyi bağlama görevi yapar. Örnek:
Hava o kadar güzeldi ki kendimi hemen sokağa attım.
1. cümle 2. Cümle
Bir de baktım ki ortalıkta kimse kalmamış.
1. cümle 2. Cümle
B) Kişi ve işaret zamirlerinden sonra gelen “ki” de bağlaç olup ayrı yazılır. Örnek :
Ben ki, Bizler ki, Durum o ki
Kişi zamiri kişi zamiri işaret zamiri
C) Bazı bağlaçlarla birlikte kullanılmasına karşı, kalıplaşmış “ki” ayrı yazılır. Örnek :
Öyle ki, yeter ki, kaldı ki
UYARI : “ki”, eğer bağlaçsa daima ayrı bir sözcük olarak yazılır. Ayrıca kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine uyum gösterip “kı” olmaz.
Kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılan “ki” ler ise şunlardır :
A) “de” durum ekinden sonra gelip addan sıfat yapan “ki” : Örnek :
ü evdeki hesap, kafamdaki plan, yoldaki insanlar
B) İlgi zamiri olan “ki” : Örnek
ü Seninki, sınıfınki, bizimki
C) Bazı bağlaçlarla kalıplaşan “ki” : Örnek :
ü Oysaki, mademki, halbuki, sanki
D) Zaman bildiren sözcüklerden sonra gelen “ki” : Örnek :
ü Dünkü, akşamki, az önceki
“mi” Soru Edatının Yazımı:
A) “mi” soru edatı, cümleye soru anlamı katsa da katmasa da kendinden önce gelen sözcükten ayrı yazılır : Örnek :
ü O da bizimle gelecek mi?
ü Gördün mü şimdi yaptığını!
ü Konuşmaya başladı mı susmaz.
B) “mi” soru edatı, ayrı yazılmasına karşın kendinden önce gelen sözcüğe, kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık yönünden uyum sağlar. Örnek :
ü Okudun mu?
ü Güzel mi?
ü Akıllı mı?
C) “mi” soru edatından sonra gelen zaman ve kişi eklentileri soru edatıyla bitişik yazılır. Örnek :
ü Onunla sık sık görüşüyor musunuz?
ü Olanları bilir miydi de?
Tarihlerin Yazımı:
A) Gün ve ay adları, yanlarında rakam olmadan yazıldığında, küçük harfle başlar. Örnek :
ü Oğlum aralık ayının soğuk bir gününde doğdu.
ü Önümüzdeki hafta, salı günü onu görmeye gidelim.
B) Belirli bir tarihi gösteren ay ve gün adları her yerde büyük harfle başlar. Örnek :
ü 1986′nın Mart ayında başladı göreve.
ü Cumhuriyet 29 Ekim 1923 ‘te ilan edildi.
C) Gün ve ay bildiren tarihler şu şekilde yazılabilir : Örnek :
ü 4 Aralık 1996
ü 2.12.1996
ü 4/12/1996
İkilemelerin Yazımı: İkilemeler daima ayrı yazılır ve ikilemeyi oluşturan sözcüklerin arasına noktalama işaretleri konulmaz. Örnek :
ü Soruları düşüne düşüne çözmelisin. (Doğru)
ü Yavaş, yavaş yerinden doğruldu. (Yanlış)
Pekiştirmelerin Yazımı: Sıfatların başına gelerek onların anlamlarını pekiştirmeye yarayan ön ekler, daima sıfata bitişik yazılır. Örnek :
ü Bembeyaz örtü (Doğru)
ü Yapa yalnız adam (Yanlış)
Sayıların Yazımı: Sayıların rakamlarla gösterilmesi ya da yazıyla yazılmasına ilişkin başlıca kurallar şunlardır :
A) Herhangi bir anlatım türünde (roman, öykü, deneme, mektup) kesinlik anlamı önem taşımayan sayılar, yazıyla gösterilir. Örnek :
ü Bu kitabı yazalı beş yıl oldu.
ü Bahçede dört beş çocuk oynuyordu.
B) Kesinlik anlamı önem kazanan konularda, bilimsel yazılarda sayılar rakamla gösterilir.
ü Marmaris’te 2000 hektar orman yandı.
ü Baktım, termometre 30 dereceyi gösteriyordu.
C) Çok sıfırlı sayıların ana sayılardan sonraki basamakları yazı ile gösterilebilir . Örnek :
ü 13 milyar, 20 trilyon
UYARI : Çek ve senetlerde sayı basamakları bitişik yazılır.
Kısaltmaların Yazımı Yazılışı:
A) Tek heceli sözcükler, ilk harfleri alınarak kısaltılır. Kısaltmaların sonuna nokta konur :
ü Sözcük kısaltılmış şekli
Zarf z.
Test t.
B) Çok heceli sözcükler, genellikle baştan iki ya da üç harf alınarak kısaltılır : örnek :
ü Sözcük kısaltılmış şekli
Cadde cad.
Doçent doç.
Bölük bl.
C) Özel adlar genellikle her sözcüğün ilk harfi alınarak kısaltılır. Kısaltmada harfler arasına nokta konmaz : Örnek :
ü Özel Ad Kısaltılmış şekli
Posta Telefon Telgraf PTT
Devlet Malzeme Ofisi DMO
D) Özel adların kısaltmalarına getirilen ekler, kesme işaretiyle ayrılır : Örnek :
ü Doğru Yanlış
TV’de TV’da
DMO’ya DMO’ne
ODTÜ’ye ODTÜ’ne
Ünlüyle Biten Eylemlerin Yazımı: “a” ya da “e” geniş ünlüleriyle biten eylem kök ya da gövdelerine gene bu geniş ünlülerle başlayan herhangi bir ek getirildiğinde bu geniş ünlülerde herhangi bir ses daralması olmaz. Örnek :
ü Yanlış Doğru
Gelmiyen gelmeyen
Bilmiyerek bilmeyerek
Anlamıyan anlamayan

Kesme işaretinin Yazılışı – Kullanımı:

A) Özel adlara gelen çekim ekleri kesme işaretiyle ayrılır : Örnek :
ü Hikmet’ten, Yardım Sevenler Derneği’ne
B) Kısaltmalara getirilen ekleri ayırmada kullanılır. Örnek :
ü TRT’ye, TMO’nun, ODTÜ’den
C) Sayılardan sonra gelen ekleri ayırmada kullanılır : Örnek :
ü 1963′ten, 3′ün katları, 5′inci kat
D) Özel adlara gelen ve adlara aile anlamı katan “-ler” çoğul eki, kesme işaretiyle ayrılmaz. Özel adlara gelen “ve benzerleri” anlamı katan “-ler” çoğul eki kesme işaretiyle ayrılır :
ü Akşam Ayşeler bize gelecek. (aile anlamında)
ü Bu topraklar daha nice Atatürk‘ler yetiştirir. (ve benzeri anlamında)
E) Özel adlara gelen yapım ekleri kesme işareti ile ayrılmaz. Örnek :
ü Urfalı, İngilizce, Türklük
F) Özel adlara gelen yapım eklerinden sonra eklenen çekim ekleri kesme işaretiyle ayrılmaz.
ü Adıyamanlılar, Türkçeden, Atatürkçülükten
Büyük Harflerin Kullanıldığı Yerler:
A) Her cümlenin ilk harfi büyük yazılır. Örnek :
ü Ona her konuda yardımcı olduk.
ü Ülkemizde teknoloji ve sağlık her geçen gün ilerlemektedir.
B) Şiirlerde her dizenin ilk harfi büyük olur : Örnek :
ü Bu şehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
C) Yazı başlıklarının her kelimesi büyük olmak zorundadır : Örnek :
ü Sıfatların Genel Özellikleri
ü Ziraatte Yeni Buluşlar
D) Belli bir tarihi gösteren ay ve gün adları büyük harfle başlar : Örnek :
ü 17 Mayıs, 1997, Salı
E) Bütün özel adlar büyük harfle başlar. Başlıca özel adlar şunlardır:
ü Kişi ad ve soyadları. Örnek : Mustafa Kemal Atatürk
ü Hayvanlara verilen adlar. Örnek : Tekir, Karabaş
ü Ulus, din, mezhep, tarikat adları. Örnek : Araplar, İslamiyet, Alevilik
ü Ülke adları. Örnek : İspanya, Fransa
ü İl,ilçe,kasaba ve köy adları. Örnek : Manisa, Ayvalık, Gölcük
ü Bulvar, cadde ve sokak adları. Örnek : Atatürk Bulvarı, Çiğdem Mahallesi
ü Kıta, bölge, okyanus, deniz, göl, ırmak, dağ, ova ve orman adları. Örnek : Avrupa, Van Gölü
ü Özel bir ada bağlı olarak kullanılan yön adları. Örnek : Doğu Karadeniz, İç Anadolu
ü Kurum, kuruluş, dernek, makam ve işyeri adları. Örnek : Türk Tarih Kurumu, İş Bankası
ü Yapı, yapıt ve ören adları. Örnek : Ankara Kalesi, İnce Minare
ü Kitap, Dergi, Gazete, Yasa adları. Örnek : Nokta, Yeni Yüzyıl, Soyadı Kanunu
ü Bütün dil adları. Örnek : İngilizce, Farsça, Almanca
ü Bir özel ada bağlı olarak kullanılan ünvan ve takma adlar. Örnek :İnce Memet, Uzun Hasan
ü Tüm gezegen adları. Örnek : Mars, Venüs, Jüpiter, Satürn, Uranüs

>Özel adlardan türemiş sözcükler. Örnek : Türkçülük, Adıyamanlı, Kemalizm

UYARI : Dünya, Güneş ve Ay sözcükleri, gezegen anlamıyla (coğrafya terimi) kullanılırsa büyük harfle, mecaz anlamda kullanılırsa küçük harfle başlar.
Dünya Güneş’in uydusudur, Ay da Dünya’nın
Başımda dünya kadar iş var.
Pencereden içeri güneş girdi.
Bileşik Sözcüklerin Yazımı:
Kurallı (özel) bileşik eylemler (Fiiller) daima bitişik yazılır : Örnek :
Gidedur (mak), bakıver (mek), öleyaz (mak)
Yardımcı eylemlerle kurulan bileşik eylemlerde :
Birleştirme sırasında ad soylu sözcükte herhangi bir ses düşmesi veya ses türemesi olmuyorsa ayrı yazılır : Örnek : Terk et(mek), pişman ol(mak)
Birleştirme sırasında ad soylu sözcükte bir ses düşmesi ya da ses türemesi meydana gelirse bitişik yazılır. Örnek : seyir- seyret(mek), kahır- kahrol(mak), his-hisset(mek)
C. İki ya da daha çok sözcükten oluşmuş yerleşim merkezi adları bitişik yazılır : Örnek :
Bahçelievler, Sivrihisar, Çanakkale
Bir heceli sözcüklerin başına geldiği bileşik sözcükler bitişik yazılır : Örnek :
İlkbahar, Akdeniz, Önsöz, İlknur
E)Sıfat tamlaması ya da isim tamlaması biçiminde oluşmuş ve öylece kalıplaşmış olan bileşik sözcükler bitişik yazılır : Örnek :
Sivrisinek, Atakule, Topkapı, Beşevler, Atasözleri
Deyimlerin Yazımı: Deyimler kaç sözcükten oluşursa oluşsun, deyimiler oluşturan her sözcük ayrı yazılır. Örnek :
Son günlerde bu şarkıyı diline doladı.
Bütün gece gözüme uyku girmedi.
Çok titizdir, her şeyde ince eleyip sık dokur.
Vurdumduymaz, kabadayı, çıtkırıldım.

----
Kaynak: http://edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=102900
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Editör ne iş yapar?" Aug 16, 2013

--Alıntıdır--


Yazan: FURKAN ERGÜN

Ülkemizdeki kitap yayıncılığında editörün önemi daha sık vurgulanır hale geldi. Türkiye'de yetenekli yazarın çok, iyi editörün az olduğu söylenebilir mi? Yayın dünyamız, iyi bir editörün 'değer'inin yeterince farkında mı? Bir metni bir 'kitap'a dönüştürmekte editörün işlevi nedir? Yayın dünyamızın kıdemli editörlerine sorduk.
Türkiye’de kitap yayıncılığı sektörü profesyon
... See more
--Alıntıdır--


Yazan: FURKAN ERGÜN

Ülkemizdeki kitap yayıncılığında editörün önemi daha sık vurgulanır hale geldi. Türkiye'de yetenekli yazarın çok, iyi editörün az olduğu söylenebilir mi? Yayın dünyamız, iyi bir editörün 'değer'inin yeterince farkında mı? Bir metni bir 'kitap'a dönüştürmekte editörün işlevi nedir? Yayın dünyamızın kıdemli editörlerine sorduk.
Türkiye’de kitap yayıncılığı sektörü profesyonelleştikçe, yayıncının, yazarın ve okurun kitaba bakışı değiştikçe “editörlüğün” önemi anlaşılır hale geliyor. Bundan on - on beş yıl önce ülkemizde, editörün bırakın önemini kavramayı, ne iş yaptığı bile açıkça bilinmiyordu; “editör” sözcüğü yeterince dolaşımda değildi. Konunun yeniden gündeme gelmesini sağlayan etkenlerden biri, Tanıl Bora’nın 2004 yılında Virgül dergisinde yayımlanan “Editör Kimdir, Eserleri Nelerdir?” başlıklı yazısıydı. Bu yazı, çok ses getirmedi belki ama verimli tartışmaların önünü açtı. Batı ölçeğinde olmasa da, editörün yayıncılıktaki vazgeçilmez yeri bizde de yavaş yavaş kabul edilmeye başlandı. Son aylardan iki örnek: Notos Öykü dergisi, Şubat-Mart 2008 sayısında (ünlü “Yüzyılın 40 Romancısı” soruşturmasının yer aldığı sayı!) yayın dünyamızın kıdemli editörlerinden Selahattin Özpalabıyıklar’la, bu işin heveslilerine ders olarak okutulması gereken bir söyleşi yayımladı. Demek, edebiyat dergilerinde artık şairlerin/yazarların yanı sıra editörlere de söyleşi sayfaları ayrılıyordu. Son çıkış ise Murathan Mungan’dan geldi: Milliyet’e verdiği söyleşide Mungan, Türkiye’de çok sayıda yetenekli yazar olduğunu ama iyi editörün çok az bulunduğunu söyledi. Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde, evet, editörlüğün Türkiye’de kurumsallaşmaya doğru -ağır ağır da olsa- yol aldığı söylenebilir. Bu durum birtakım sorunları da beraberinde getiriyor elbette.

Editörün asıl işi ne?

Bir yurtdışı seyahati nedeniyle Kitap Zamanı’nın soruşturmasına katılamayan Tanıl Bora, yukarıda andığımız yazısında genel çerçeveyi çiziyordu aslında: İyi yayıncılık, iyi editörlükten geçer! Hal böyleyken, ülkemizdeki editörlüğün kurumlaşma sıkıntısı büyük ölçüde editörün asıl işinin ne olduğu konusundaki belirsizlikten kaynaklanıyor. Bu durum hem kitabın oluşma süreci hem de basıldıktan sonraki “pazarlanma” süreciyle ilgili. Bir metin bir ‘kitap’a dönüştürülürken, bizde bazen redaktörle editörün işlevi birbirine karışıyor. Aynı karmaşıklık, kitabın tanıtımı aşamasında editörün reklamcı rolü üstlenmesinde de görülüyor. Editör asıl işinin yanında, kimi zaman redaktörlükten başka “lektörlüğü” (okurluğu) de üstlenmek durumunda kalıyor. Ve Tanıl Bora’nın belirttiği üzere, “Türk editörü” genellikle bu üç işlevin ortalamasını ifade ediyor. Özellikle büyük sermayeli, iyice profesyonelleşmiş yayınevlerinde bu konuda iyi bir işbölümü yapıldığı söylenebilir. Kısıtlı imkanlarla ayakta kalmaya çalışan yayınevlerindeyse üç işlevin de aynı kişi tarafından yerine getirilmesi şaşılacak bir şey değil.

Bir metnin kitaba dönüşmesi

Editörün sezgisi, becerisi, yeteneği ve donanımı ortaya çıkan eserde görülür kuşkusuz. Kitap önce “sezilir”; isim yapmış yazarların kitapları bir yana, editörün yeni bir şey keşfetme yetisi bu seçimlerinde görülür. Ardından metnin kitaba dönüşme süreci: Editör, hem okuru hem metin sahibi yazarı hem de -günümüzde ister istemez- ‘piyasa’yı düşünür. Kendisi de bir ‘okur’ olan editörün okura karşı sorumluluğu ona hem kolaylık sağlamak hem de etik tutumdan (buna ‘yayıncılık ahlakı’ diyelim) sapmamaktır. Özellikle ‘edebî’ olmayan metinler için editörün görevi, metni okurun anlayışına yaklaştırmak olmalıdır. Bu, nitelikten ödün vermeden genel seviyeyi tutturmak anlamına gelir ki, göründüğü kadar kolay değildir. Editörün okura karşı ahlaki tutumunun nasıl olması gerektiğiniyse Türkiye’deki zıt örneklerden çıkarsayabiliriz: Örneğin, dünya klasiklerinin eski çevirilerini para karşılığında “güncelletip” yeni bir çeviriymiş gibi sunanların da adı “editör” diye anılıyor bu ülkede. Elbette, yayıncılık ahlakındaki zaafın sonucu olan bu tür örnekler, sadece okura karşı değil, çevirmene ve yazara karşı da büyük bir adaletsizlik. İçindeki kitap sevgisi ve yazı tutkusu, kâr etme hırsından daha az olan insanlar yayıncılık yapmayı sürdürdükçe benzer durumların sona ermesi zor görünüyor.

Editörün yazara karşı sorumluluğu daha çok yol göstericilik ve ‘geliştirici zekâ’yla ilgili. Onun, bir yazarın huyundan suyundan anlaması, aynı meşrepten olması ve metnin kitaba dönüşme sürecini ustalıkla yönetmesi gerekir. Batı’da örnekleri bilinen, bir yazarın kendi editöründen vazgeçmemesi, onun peşinden yayınevi değiştirmesi gibi durumlar bizde henüz yok. Belki de o yüzden, ünlü bir yazarın “editör müdahalesine” gücenmesi ve kendisine zorluk çıkartmayan editörden memnuniyet duyması, yayın dünyamızda şaşırtıcı bir şey değil.

Piyasa-editör ilişkisindeki temel sorunsa editörün bir ürün pazarlayıcısına dönüşüp dönüşmemesindeki ince çizgide billurlaşıyor. Genellikle yazarların bu işe iştahla, bizzat soyunmaları ve ‘yazar ajanlığı’nın gittikçe yaygınlaşması şimdilik bu editör-piyasa ilişkisini, ötekilerden önemsiz kılıyor.

Kamu yararına mı, edebiyat için mi?

Editörlüğün ne olduğu ve nasıl olması gerektiği üzerine düşünürken değinilecek noktaların ucu bucağı yok aslında: Çevirmen-editör ilişkisinden, editörün görevinin kitabı süslemek mi, yalın hale getirmek mi olduğu sorusuna; alaylı editör-mektepli editör tartışmasından, hiç yoktan kitap fikri üreten editörlük türüne kadar çeşitli konular üzerinde uzun uzun durulabilir. Kuşkusuz, bütün bunları tartışmak, ülkemizde kurumlaşma yolundaki bir uğraş için ufuk açıcı olacak. Editörlük profesyonelleşirken, “amatör ruhu”nun kaybolma tehlikesine de dikkat çekelim. Son kertede, kamu yararı mı öncelikli olmalıdır, edebiyat tutkusu mu? Bu sorunun hiçbir zaman tek cevabı olmayacak. Editörlüğü, bu ‘zor zanaat’ı, galiba en iyi, popüler internet sözlüklerinden birindeki bir diyalog açıklıyor:

“Adamın biri editöre sorar:

-Göreviniz kitap basmak mı?

-Hayır, bu matbaacının işi.

-O halde onları dağıtıyorsunuz?

-Hayır, bu dağıtımcının işi.

-Kitap mı satıyorsunuz peki?

-Hayır, bu kitapçının işi.

-O zaman, yazıyor musunuz?

-Hayır, bu yazarın işi.

-Peki, editörün görevi ne?

-Geri kalan her şey.”

Editörler Ne Diyor?

Ülkemizdeki kitap yayıncılığında editörlük kurumunun önemi son dönemde daha sık vurgulanır hale geldi. Murathan Mungan, bir söyleşisinde, Türkiye’de yetenekli yazarın çok, iyi editörün az olduğunu söyledi. Bu saptamaya katılıyor musunuz? Sizce, yayın dünyamız, iyi bir editörün ‘önem’inin yeterince farkında mı? Bir metni bir ‘kitap’a dönüştürmekte editörün işlevi nedir?

‘Editör dediğin kuşkucu Thomas gibi olmalı’

Selahattin Özpalabıyıklar (Yapı Kredi Yayınları):

1) Evet, kesinlikle. Hem ne mutlu bana ki, Murathan Mungan fark edip söylemeden önce de, hatta Tanıl Bora Virgül’ün 2004 Nisan Mayıs ve Haziran sayılarında çıkan o gerçekten değerli, hem ufuk açıcı hem keyif verici “Editör Kimdir, Eserleri Nelerdir?” yazılarını, çevirmen ve editör dostum Tuncay Birkan da en az o kadar değerli yazılarını yazmadan önce de memlekette iyi editörün çok az olduğunun farkındaydım.

2) Eh, eskisi kadar aymazlık içinde değil gerçi ama, yayın dünyamızın iyi bir editörün “önem”inin hâlâ yeterince farkında olduğu söylenemez.

3) Yıllardır her vesileyle söyler ya da yazar dururum; dinleyenler, okuyanlar bıkmıştır artık: Editör dediğin havari Kuşkucu Thomas gibidir: Böğründeki yaraya parmağını sokmadan İsa’nın ölüden dirildiğine inanmaz. Sorunuzdaki ibareyle söylersek: “Yapıt’ı kitap’a dönüştürmek”te editörün işlevini belirleyen temel nitelik de galiba bu, bu kuşku. Editör bu kuşku sayesindedir ki yazarın “Kuzguna yavrusu şahin görünür” fehvasınca (dikkat: “fetvasınca” değil!) kusursuz gözüyle baktığı bir metne asıl değerini verir.

‘İyi editör çok az’

Ömer Faruk (Ayrıntı Yayınları):

Türkiye’de iyi editör çok az. Sektör giderek niceliksel bir toplama dönüşüyor; “iyi” sözcüğünün cisimleştiği niteliksel anlamda güçlü metinler çok az yayımlanıyor. Bu noktada editöre çok iş düşüyor.

Kitabın oluşturulmasında yazara niteliksel katkı yapabilecek konumda olan kişidir editör; kültür ortamında niteliksel seviyenin yükselmesinde birinci dereceden sorumludur. Ama bu doğrultuda bir gelişme olduğunu söylemek mümkün değil. Sektör editörlüğün de gelişmesine yönelik niteliksel bir büyüme içerisinde değil. Buna bağlı olarak kişiler de kendilerini editör olarak yetiştirmiyorlar. Okur da artık nitelik kaygısı gütmüyor. Gösterilen ve görünenin kabul gördüğü, niceliksel bir hegemonyanın kurulduğu bir ortam oluştu artık. İyi editöre, iyi yayıncıya, iyi okura ihtiyaç var…

‘Editörden mucize beklemeyelim’


Sırma Köksal (Everest Yayınları): Murathan Mungan’ın sözlerine kısmen katılıyorum. Katılmadığım nokta şu ki, “yetenekli” yazarlarımızın en azından bir kısmı, editörün işlevini kabul etmediği için editörden yeterli ölçüde yararlanmıyor. Katılmadığım bir diğer nokta da, “yetenek”in yazar olmaya yetmediği. Yazarlık, dünyayı yeniden yorumlayabilecek derinlik, cesaret, yaratıcılık, sorumluluk ve alçak gönüllülükle kendini adamayı gerektirir. “Yetenek” olsa olsa iyi kompozisyonlar, iyi tasvirler gibi konularda yardımcı olur ki, bunlar da metni edebiyat yapmaz. Metni edebiyat yapacak şeyi eklemek ise editörün halletmesi gereken küçük bir ayrıntı değildir. Ancak bu cümleyi iyi editörün iyi yazardan az olduğu biçiminde okursak, bu saptamaya katılıyorum. Yayıncılık dünyamız yekpare bir bütünden ibaret olmadığı için, editöre önem veren ve vermeyen yayınevleri olduğunu söyleyebiliriz, ancak eğilim editörlük kurumuna bakışın olumlu yönde geliştiği ve yaygınlaştığı dikkat çekecektir. Bunda da başı “butik” diye adlandırabileceğimiz küçük yayınevleri ile edebiyat konusunda uzmanlaşan yayınevlerinin çektiğini söyleyebiliriz.

Editörün bir yapıtı kitaba dönüştürmek konusundaki katkısına gelince… Öncelikle editörlerden mucizeler yaratmasını beklememeliyiz. Her şeyden önce ve sonra kitap yazarına aittir, doğrusu da budur. Dolayısıyla editörün etkisi öneriler ve eleştiriler ile sınırlıdır. Bu nedenle editör ile yazar arasındaki en verimli çalışma karşılıklı güven, görüş birliği ve uyum sağlandığında elde edilebilir. Zaten baktığımızda en iyi sonuçların da uzun zaman içinde birbirini iyi tanıyan ve dünya görüşleri ve edebiyat anlayışları konusunda uyum içinde olan editör ve yazar çiftleri arasında olduğunu görürüz.

‘Yazar ve editör, takım çalışması yapmalı’

İlknur Özdemir (Merkez Kitaplar):

Editörlük kurumu da, tıpkı çevirmenlik gibi, bir kitap düşünüldüğünde en son akla gelenlerden. Türkiye’de bir yazarın ve bir kitabın ‘iyi yazar’ ya da ‘iyi kitap’ olup olmadığı değerlendirilirken kitabın ardında iyi bir editörün durup durmadığına bakılmıyor. Ne ölçüde bir editörlük çalışması içerdiği de bilinmiyor. Oysa Batı’da editörlük kurumunun o derece ağırlığı vardır ki, yazar kendi editöründen başkasıyla çalışmak istemez, editörü yayınevi değiştirirse çoklukla onun peşinden gider.

Yazar ve editör tam anlamıyla bir takım çalışması sergilediğinde kitabın niteliğinin ve başarısının daha yüksek olacağına inananlardanım. Yazar, yazma sürecinde kitabın atmosferine o kadar girer, kitapla o kadar bütünleşir ki sıcağı sıcağına eleştirel bir gözle ve araya mesafe koyarak bakması zorlaşır. Oysa iyi bir editör kitaba mesafeli durur, okurken ve üzerinde çalışırken; kuş bakışı görür ve değerlendirir. Sadece eleştirmesi gerekeni eleştirir. Sorun varsa saptar. Tarafsızdır. Elbette ki yapıcı uyarılarda bulunur, değişiklikler, ekleme ya da çıkarmalar önerir, ama bunlar sadece önerilerdir, bunları uygulamak ya da uygulamamak yazarın tercihidir.

Yazar editörü, metnine müdahale etmek için hazır bekleyen bir güç olarak görürse durum zorlaşır. Öte yandan editörün de kitaba saygıyla yaklaşması, nerede duracağını iyi bilmesi gerekir. Bu nedenle yazarla editörün birbirini iyi anlaması, editörün, yazarın dünyasını, üslubunu, dilini, tercihlerini, hatta karakterini bilmesi, tanıması son derece önemlidir. Bu arada editörün de sağlam bir edebiyat bilinci, bilgisi ve deneyimi olması şarttır.

Bu bağlamda yayın dünyamızda editörlük kurumuna gereken önemin henüz tam olarak verilmediğini düşünüyorum. Kitabına hiçbir müdahalede bulunulmasını istemeyen -yeni ya da deneyimli- yazarlar olabildiği gibi yüksek maliyetlerle çalışan yayınevlerinin iyi bir editörün talep edeceği ücreti ödemesi de kolay olmayabiliyor. Ancak gittikçe artan bir oranda, yayınevine kitabını teslim eden yazarın, ‘Editörüm kim olacak?’ sorusunu duymak da çok sevindirici elbette.

Son olarak, Murathan Mungan’ın, ‘yetenekli yazar çok’ tespitine tam olarak katılamadığımı söylemek isterim. Sadece yetenek, birçok başka yaratıcılıkta olduğu gibi ne yazık ki yazar olmaya yetmiyor. Yeteneğini, geniş bir dünya görüşüyle, deneyimlerle, yaratıcılıkla, kıvrak bir dille, sağlam bir edebiyat bilgisiyle, çok okumayla ve üslupla donatmadan yazanlar, çoğu kez umduklarını bulamıyorlar.

‘Editörün farkı: üslup’

Erol Kılınç (Ötüken Neşriyat):


Editörlük bir meslek olarak son yıllarda daha bariz şekilde önem kazanmaya başlayan bir “meslek”. Onun başlıca vasıfları:

-İyi bir okur olmak,

-Yazarla iyi ilişkiler kurmak, yazarın mesajını doğru anlamak ve okuyucunun o konudaki beklentisine veya kavrayışına yazarın üslubunu ve/veya eserini uygun hale getirmek,

-Yayımlanacak kitabın içeriğine ve muhataplarına göre en uygun şekil şartlarını taşımasını sağlamak;

-Dil ve ifade yanlışlarını, mantıksal problemleri “kusur arayıcı” bir gözle tespit ettikten sonra, yayımlanacak eserin geniş kitleler nezdinde bir bakıma öğretici/eğitici/seviye yükseltici ve üslûp kazandırıcı nitelikleri bulundurmasını hedeflemek; bunun çok büyük bir sorumluluk gerektirdiğinin farkında olmak;

Velhasıl bir yönüyle yayınevinin hizmet-kazanç dengesini gözetirken, bir yönüyle de okuyucunun kültürel-entelektüel ihtiyaçlarına cevap verecek niteliklerde yayın yapmayı düşünmek ve planlamak, bu konularda da yazar veya mütercimlerle gerekli hassas diyalogları kurmak… Mesleğin kalın çizgilerle tarifini böyle ortaya koyduktan sonra, Türkiye’de böyle bir sorumluluğu taşıyan yayınevi sayısının iki elin parmaklarını geçip geçmediği hususunun tartışılabilir olduğunu söyleyebilirim. Ama, meslek artık gelişiyor. Gelecekte çok daha yetkin bir neslin bu hizmetleri yürüteceğine inanıyorum. Yayın kuruluşları da bu işin önemini gittikçe kavramaktadırlar. Aynı yazarın aynı konuda, aynı içerikte iki kitabını, değişik iki yayınevinden gördüğünüzde, editörün kitaba yansıyan meslekî farklılığını da görürsünüz: Bu üslûptur. Editörlük farkıdır. Editör rahat okunmayı sağlamak için gerektiğinde yazarı ikaz etmeli, hattâ yazarın mutabakat ve güvenini kazandıktan sonra metne bu yolda müdahale de edebilmelidir. Ben bu işi daha ziyade yazarı ikaz ederek veya ona tercihimi teklif halinde sunarak yapmayı, eser ve yazar namına daha haysiyetli bir davranış olarak görüyorum.

Bir de bazı yazarlar, yayınevlerini özel matbaaları şeklinde algılayabiliyorlar ki, bu, editörlük mesleğinden ve onun kendi eserlerine katacağı ve kendi lehlerine olacak olan katkılardan tamamıyla habersiz olduklarını gösterir…

‘Editörlük kurumu gelişme içinde’

Faruk Duman (Can Yayınları):


Türkiye’de editörlük kurumu gelişme içinde. Ancak, kuşkusuz, her alanda olduğu gibi yayıncılıkta da altyapı sorunları belirleyici. Editörlük kurumunun gelişmesi de yayıncılık altyapısının iyileştirilmesine bağlı. Kanımca yayıncılarımızın büyük bölümü henüz editörün öneminin farkında değil. Zira pek çok büyük şirketin konuya hâlâ profesyonelce yaklaşmadığını görüyoruz. Kitap, tasarımından sunumuna, dilinden içeriğine varıncaya dek başlı başına bir alan (bunu her tür kitap için söylüyorum). Bu nedenle her kitabın o alanda deneyimli kişilerin elinden çıkması şart. Şimdi dönüp baktığımızda örneğin Yeni Dergi’de, De Yayınları’nda Memet Fuat’ın yaptıkları bize ipucu verebilir. O çalışmaların yayıncılığımıza yön verdiği söylenebilir. Çünkü iyi, titiz, şık ve doğru yayıncılık hem kitabın sevilmesine, hem yapıtların gerçek değerlerini yansıtmasında yol göstericidir. Can’da yirmi beş yıldır vurgulanan “nitelik” arzusu da benzer bir sıçrama yaratmıştır kanımca. Bu hem iyi yazarların yetişmesine yardımcı olur, hem de kitaba bakışımızı değiştirir.

Memet Fuat’tan neler öğrendim?

SEMİH GÜMÜŞ


Kitap ve dergi yayıncılığına başladığım günlerden bu yana otuz yıl geçmiş. O günlerde neyi nasıl yapacağımızı el yordamıyla buluyorduk. Elbette De, Çan, Ataç, Yeditepe, Gerçek gibi nitelikli yayınevleri ve bu yayınevlerinin tümünün yazar sahipleri bulunuyordu. Biz de o yayınevlerinin kitaplarını daha ilkgençlik yıllarından başlayarak izlediğimiz için, elimize aldığımız bir kitabın neresine, nasıl bakmamız gerektiğini az çok biliyorduk. Ne ki, bu kadarı yeterli değildi. Daha da çok, bulabildiğimiz yabancı yayınlara bakıyorduk; dergi çıkarıyorsak, o alanda yayımlanan yabancı dergileri inceliyor, onların özellikle tasarımlarından, kapak düzenlerinden yararlanıyor, elbette onlara öykünen tasarımlar yapıyorduk.

Bugün de genç yayıncılara ve editörlere yaptığım ilk öneri bakmak'tır. Kitap ve dergi yayıncılığının özellikle Batı'daki güzel örneklerine bakmak; bu örnekleri ele alıp incelemek ya da örnek alınabilecek yayınevlerinin kataloglarındaki kapaklara bakmak, yüzlerce kez, her zaman yeni bir ayrıntı görülebileceği düşünülerek. Bu kadarı yayıncılığın görgüsüdür. Sonra bilgi gelir elbette ve bir editörün kendi alanının bütün girdisini çıktısını, bütün yaratıcılarını, ustalarını tanıması gerekir.

Bugün genç editörlerin en önemli eksikliğini burada görüyorum; edebiyat yayıncılığı yapan bir yayınevinde çalışıyorlar, ama bilgi ve görgüleri geldikleri yaşın gerisinde kalmış. Bu alandaki eksikleri kapamadan editörlük yapılması olanaksız. Bir de yayıncı olmakla editör olmayı karıştırıyor yeni, genç editörler. Kafasını önündeki işten kaldırmayan editörlerin yanında, yayıncı olmak isteyen bir gencin çevresinde yayıncılıkla ilgili bütün olup bitenleri projektör gibi taraması, her ayrıntıyla ilgilenmesi gerekir.

Ben Memet Fuat'tan bunları öğrendim. Onunla birlikte Adam Yayınları'nda on beş yıl birlikte çalıştım ve bugünkü deneyimimin en önemli bölümünü bu birlikte çalışma içinde edindim. Önceden uyguladığımız olumlu örnekleri, hep vurguladığım gibi, bu kez ayrıntılara daha çok önem vererek daha nitelikli hale getirmeyi öğrendim.

Memet Fuat anglosakson yayıncılığın biçimsel öğelerini benimsemişti. Ta De Yayınevi ve Yeni Dergi zamanlarında neyi nasıl yapması gerektiğini düşündüğünde, anglosakson deneyiminin bize daha yakın geldiğine karar vermiş ve sözgelimi bir kitabın kapağından içine, başlıklarına, puntosuna ve satır aralarına, italiklere ve boldlara, künye sayfalarından sayfa numaralarına varıncaya dek, hiçbir ayrıntıyı atlamadan kendi ilkelerini belirlemiş.

Bugün kaptıkaçtı yayıncılık anlayışlarıyla yaptığımız bu güzel işi yozlaştıran sözde yayıncıların da uyguladığı pek çok ilke, kendileri elbette bilmez, ama Memet Fuat'tan kalmadır.

Yayıncılar düzeltme yanlışı olmayan kitap yayımlanamayacağına inanır; Memet Fuat'sa her kitabı bir tek düzeltme yanlışı olmadan yayımlamayı amaçlardı. Arada kaçırdığımız yanlışları bağışlamazdı; çok yumuşak ve ince davranışlı bir insan olduğu için, yanlışların bağışlanamayacağını hissettirirdi. Ayrıntılara ilişkin duyarlılığı yüzünden kendinden başkalarına da pek güvenemezdi. Ben de sanırım ondan bu huyu almışım. Şimdi kitap ve dergi yayımlarken karşımdakilere, matbaalara güvenim azdır, onların her zaman yanlış yapacağı varsayımıyla gerekli önlemleri baştan almaya çalışır, her seferinde bütün ayrıntıları hatırlatırım.

Şimdi yayınevlerinde editörlük kurumuna eskisi kadar önem verildiğini düşünmeyelim. Bugün editörlük çalışmasına değer veren yayınevleri elbette var, ama öyle yayınevleri de var ki, yüzlerce kitap yayımlamış, ama editörlük sürecini doğru dürüst çözememiş, dolayısıyla kitapları ne biçimleriyle, ne metinleriyle iç rahatlığıyla ele alınıp okunabilecek düzeyde.

‘İyi editörün az olması anlaşılır bir durum’

İrfan Sancı (Sel Yayıncılık):


Editörlük kurumunun ülkemiz yayıncılığında ağırlığını giderek artırdığı bir gerçek. Lakin bu, sektörün kendi iç dinamiklerinin sonucu bir gelişme olmayıp biraz da somut koşulların dayatmasıyla oldu. Küreselleşme, medya çağı gibi birden kendimizi içinde bulduğumuz dünyada bir de baktık ki, yayıncılık sektörü bambaşka argümanlara sahip(miş)…

Yakın zamana kadar -özellikle çeviri kitaplarda- kâğıt ve baskı giderlerinden az biraz da çeviriden başka (telif, redaksiyon, düzeltmen, tasarım vs) hiçbir şeye ödeme yapmayan yayıncı için editörlük, ziyadesiyle gereksiz bir kurum idi. İçeriğine para harcamayan yayıncı bir obje olarak kitaba da gereken özeni göstermiyor idi. Ne zaman ki, yukardaki koşullar değişti, yayıncının girdileri çoğalıp, işi layıkıyla yapanlar piyasaya girdi o zaman şöyle bir toparlanma ihtiyacı hissetti.

Murathan Mungan, iyi editörün az olduğu tespitinden olsa gerek her yazdığını, yazmayı bırak derlediğini projekitaba dönüştürürken kime konuşup kime konuşmamadan fotoğraf seçimine kadar kendi işini kendi yapar konumunda. Dolayısıyla “yetenekli yazar çok, iyi editör az” derken editörlük kurumunu önemsiyor mu yoksa bu işin editörlere bırakılmayacak kadar önemli olduğunu mu söylüyor tam anlayamadım.

Editör, içerikten tasarıma, hedef kitleden satışa resmin bütününü gören birisi olarak bir dosyayı kitap yapmaktan, kitabı okunacak bir nesneye dönüştürme sürecinde kilit role sahiptir. Türk yayın sektörü doğru düzgün sektör bile olamadığından editörlük de yeterince gelişecek ortamı bulamamıştır. Zira güçlü bir editörlük endüstrileşmeyle ve de bu gelişmeyi kavrayan patronlarla mümkün. Editörlük Türk yayıncılığında nispeten çok yeni bir kurum olduğundan “iyi editör”ün bir yerde “iyi yazar”dan az olması anlaşılır bir durum.

İyi editörle çalışmak yayıncının işini kolaylaştırmakla kalmaz ona prestij de kazandırır.

--------
Kaynak: http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?sectionId=99&newsId=1202
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
MUHAKEMETÜ'L - LÜGATEYN Aug 16, 2013

--Alıntıdır--

Yazan: ELVİN PINAR ATASAGUN


MUHAKEMETÜ'L - LÜGATEYN
===================
ALİ ŞİR NEVAİ yazmıştır.
Türk şairleri İslamiyeti kabul ettikten sonra İRAN edebiyetını örnek aldı.Bu durum Türkçe’yi olumsuz etkiledi, dilimize yabancı diller girmeye başladı.Bu nedenle Türkçe’nin önemini vurguladı , şairleri Türkçe yazmaya çağırdı.
İki lügatın(sözlüğün)karşılaştırması demektir.
... See more
--Alıntıdır--

Yazan: ELVİN PINAR ATASAGUN


MUHAKEMETÜ'L - LÜGATEYN
===================
ALİ ŞİR NEVAİ yazmıştır.
Türk şairleri İslamiyeti kabul ettikten sonra İRAN edebiyetını örnek aldı.Bu durum Türkçe’yi olumsuz etkiledi, dilimize yabancı diller girmeye başladı.Bu nedenle Türkçe’nin önemini vurguladı , şairleri Türkçe yazmaya çağırdı.
İki lügatın(sözlüğün)karşılaştırması demektir.
Türkçe ile Farsça’yı karşılaştırır.
Türkçe’nin Farsça’dan üstün olduğunu savunur.
Ali Şir Nevai bu eserle şairleri Türkçe yazmaya çağırmıştır.
ALİ ŞİR NEVAİ, Türkçe’nin üstünlüğünü savunurken şunları göz önünde bulundurdu;

Türkçe zengin bir kullanıma sahiptir.
Yeni kelimeler türeten yapım eki vardır, böylece kelime hazinemiz daha geniştir .
Dilimiz o kadar zengindir ki bazı kelimelerin Farsça’da karşılığı yoktur. Bunlara örnek verir.
MUHAKEMETÜ’L – LÜGATEYN’ de Türkler ile Farslar karşılaştırılır.
Zeka, akıl,bilim, erdem, temizlik bakımından karşılaştırır.
Türklerin büyük çoğunluğu Farsça bilir,ama Farslar Türkçe konuşmada aynı başarıyı gösterememiştir .

DİVANÜ LÜGATİ’T TÜRK
KAŞGARLI MAHMUT tarafından yazılmıştır.
Araplara Türkçe’yi öğretmek amacıyla yazılmıştır.
Türkçe’nin ilk derleme sözlüğüdür.
Eserde Türkçe’nin ağız, şive özelliklerinin yanı sıra efsanelere, destanlara, atasözlerine, tarih ve coğrafyaya da yer verilmiştir.




İKİSİ ARASINDAKİ FARK
MUHAKEMETÜ’L- LÜGATEYN İKİ SÖZLÜGÜN KARŞILAŞTIRILMASIDIR.TÜRKÇE İLE FARSÇA’YI KARŞILAŞTIRIR.TÜRKÇE’NİN ÜSTÜN OLDUĞUNU SAVUNUR.
DİVANÜ LÜGATİ’T TÜRK İSE ARAPLARA TÜRKÇE ÖĞRETMEK AMACIYLA YAZILDI.

-------
Kaynak: http://elvinatasagun.blogspot.com/2005/12/muhakemetl-lgateyn.html
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
_ Aug 16, 2013

--Alıntıdır--

MUHAKEMETÜ’L LÜGATEYN (Sözlüklerin Karşılaştırması)

Ali Şir Nevai(1441-1501) Herat'ta doğmuştur, Özbek Türklerindendir. Babasının mesleği nedeniyle değişik yerleri dolaşmıştır. Son olarak babasının Horasan hâkimi Sultan Ebu'l Kâsım Babür' ün hizmetine girmesiyle Horasan' a yerleşmiştir. Bu arada Hüseyin Baykara ile öğrenimine başlamıştır. Bununla birlikte aralarında ölünceye dek sürecek bir dostluk kuruldu.... See more
--Alıntıdır--

MUHAKEMETÜ’L LÜGATEYN (Sözlüklerin Karşılaştırması)

Ali Şir Nevai(1441-1501) Herat'ta doğmuştur, Özbek Türklerindendir. Babasının mesleği nedeniyle değişik yerleri dolaşmıştır. Son olarak babasının Horasan hâkimi Sultan Ebu'l Kâsım Babür' ün hizmetine girmesiyle Horasan' a yerleşmiştir. Bu arada Hüseyin Baykara ile öğrenimine başlamıştır. Bununla birlikte aralarında ölünceye dek sürecek bir dostluk kuruldu.

Nevaî'nin Çağatay edebiyatının oluşmasında büyük bir etkisi vardır. Çeşitli konularda yazılmış 30'a yakın yapıtı bulunmaktadır. Yapıtlarından kimileri şunlardır :

Türkçe Divan (5 tane)
Farsça Divan (5 tane)
Çihil Hadis (Kırk Hadis)
Muhâkemetü'l Lûgateyn (İki sözlüğün karşılaştırılması)'dır.

Türk dili tarihinde Divan-ı Lugat-it Türk'ten sonra ikinci önemli betiktir (kitaptır).

Beşleme (Hamse) sahibi ilk Türk ozanıdır (şairidir).
(hamse 5 mesneviden oluşur).

Özgeçmiş iyesidir (Tezkire sahibidir) (günümüz yazındaki (edebiyattaki) biyografi): "Mecalüs'ün Nefais".

Şehrengiz: Doğup büyüdüğü "Herat" kentinin doğal güzelliklerini anlatır.

Şiirlerin yaşamının degişik dönemlerine göre sınıflandırıp gündizinsel (kronolojik) olarak divanında toplamıştır.

Farsçanın resmî dil olduğu, Türk aydınlarının bu dille eser vermeyi hüner kabul ettiği bir zamanda Nevaî, Türkçenin Farsçadan üstün bir dil olduğunu savunmuştır. Bunu da eserleri ile kanıtlamış ve kendinden sonrakileri bu yolda eserler vermeye teşvik etmiştir.

--Alıntı--
Ali fiîr Nevâî, Muhakemetü’l Lügateyn (iki Dilin Karşılaştırılması) adlı
eserini Türkçenin Farsçadan çok daha zengin bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla yazmıştır. Nevâî bu konuda şu görüşleri ileri sürmektedir:

* Türkler iranlılardan daha keskin zekalı, daha üstün anlayışlı, daha saf ve
temiz yaradılışıdır.

* Türklerle iranlılar aynı yaşam koşulları içerisinde oldukları hâlde
Türklerde beyinden kölesine kadar herkes Fars dilini öğrenir. Şiirler söyler. Buna karşı İranlılar etrafından en aşağı tabakasına kadar hiçbiri Türk dilini konuşamaz, konuşsalar da konuştuklarının anlamını bilmez.

Nevâî, Türkçenin zenginliğini kanıtlamak için Türkçede var olan, Farsçada
karşılıkları bulunmayan pek çok sözcüğü örnek gösterir: içmek, yudum yudum içmek; süzer, emer gibi. Ayrıca Türkçenin cinaslar dili olduğunu söyler ve kök sözcüğünün değişik anlamlarını verir:

Kök:
1) Gökyüzü, sema 2) Ağacın kökü,
3) Kökermek (göğermek) yenillenmek vb.

Örnek olarak verdiğimiz parçada, Nevâî gençlik yıllarında Fars diliyle
şiirler yazdığını ve daha sonraki yıllarda Türkçenin güzelliklerini keşfederek
Türkçe yazmaya başladığını gerekçeleriyle anlatmaktadır.


--Alıntı--
Türkçenin gerek konularında, gerek konuşmada Farsçadan böyle geniş, üstün, yüksek ve derin oluşunun söz götürmezliği herkesçe bilinmiyordu. Bu yön örtülü ve gölgeli kalmıştı, belki de bırakılıp unutulmak üzere idi. Gençliğimin ilk sıralarında şiire, edebiyata merak sardırmağa başlamıştım. Doğacımda birtakım pırıltıların sıcaklığını duymakta idim. Bu yolda bazı şeyler yazmağa çalışırken yukarıda söylediğim göreneklerden yakamı kurtaramadığım için Farsça yazıyordum. Biraz daha iyi düşünmeğe başladığım çağda Ulu Tanrı gönlüme özgünlü ve incelik sevgisi doldurdu. Yaratılışım bayağıdan ve bayağılıktan kaçınmayı, iyiyi ve güzeli sevmeyi buyuruyordu.
O zaman ana dilim üzerine düşünmeğe koyuldum. Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü. Bu âlemin süsler bezekler içerisine enginleşen göğü, dokuz gökten daha
üstündü. Bu erdemler, yüceler hazinesinin incileri, yıldızlardan daha parlaktı. Bu âlemin bahçelerine daldım; gülleri güneşler gibiydi. Her yanında gözler görmedik, el ayak değmedik neler neler vardı. Amma bu tılsımın yılanları pek korkunç, bu güllerin dikenleri pek yamandı, bunları görünce düşündüm ve dedim ki:
“Demek bizim Türk ozanları bu korkulu, üzüntülü şeylerden çekindikleri için Türkçeyi bırakıp boşlamışlar ve böyle geçip gitmişler.”
Ben bu âlemden vazgeçmedim, korkmadım, yılmadım; güçlükleri yendim;
çetinliklerle savaştım; emeklerimi esirgemedim. Türkçenin engin alanlarında
ilhamımın şahlanan atını koşturdum; sonsuz uzaklarında hayalimin hırçın kuşunu havalandırdım; zevkim bu hazineden değer biçilmez, güç yetmez birçok inciler, pırlantalar aldı. Gönlüm bu bahçenin gizliliklerinde güzel kokularıyla cana can katan, göz görmedik çiçekler topladı. Bu varlıkların, bu bollukların, bu görenlerin verimlerinden olan birçok güller açılmaya ve her yana saçılmaya başladı.

-----
Kaynak: http://turkcesivarken.com/yazismalik/index.php?topic=1414.0
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"ISI VE SICAKLIKLA İLGİLİ GÜNLÜK HAYATTA YANLIŞ KULLANILAN CÜMLELERE ÖRNEKLER" Aug 22, 2013

--Alıntı--

Gönderen: Abdullah Çınar

ISI VE SICAKLIK

Günlü hayatta bilindiği gibi, ısıtılan maddenin sıcaklığı artar, soğutulan maddelerin ise sıcaklığı azalır. Yani ısı ve sıcaklık birbiriyle ilgili fakat aynı şey değildir.Bu iki kavram birbirine karıştırılmamalıdır.
Hava ısısı 30 C tır. Cümlesi yanlış kullanılan bir cümledir. Doğrusu, “Havanın sıcaklığı 30 C tır” cümlesidir. Isı ile sıcaklık a
... See more
--Alıntı--

Gönderen: Abdullah Çınar

ISI VE SICAKLIK

Günlü hayatta bilindiği gibi, ısıtılan maddenin sıcaklığı artar, soğutulan maddelerin ise sıcaklığı azalır. Yani ısı ve sıcaklık birbiriyle ilgili fakat aynı şey değildir.Bu iki kavram birbirine karıştırılmamalıdır.
Hava ısısı 30 C tır. Cümlesi yanlış kullanılan bir cümledir. Doğrusu, “Havanın sıcaklığı 30 C tır” cümlesidir. Isı ile sıcaklık aynı nicelik değildir. Fakat sıcaklığın değişmesi için ısı alış verişinin olması gerekir.

Maddelerin her üç halinde de moleküller hareket ve titreşim halindedir. Dolayısıyla moleküllerin bir hızı yani kinetik enerjisi vardır. Sıcaklık madde moleküllerinin ortalama hızları ile orantılı fiziksel bir büyüklüktür.

Isı ise, moleküllerin kinetik enerjilerinin toplamı ile ilgili bir enerji çeşididir veya maddeye verilen yada maddeden alınan enerji çeşidine ısı enerjisi denir
Bir kibrit alevi ile yemeğimizi pişiremeyiz. Genellikle evlerimizdeki ocaklarda 12 kg’lik tüpler içinde sıvılaştırılmış petrol gazı kullanırız. Bu tüp içindeki gaz yandığında yaklaşık 40 gün yemeğimizi pişirebiliriz. Aynı gazı verdiği ısı ile odamız 7-8 gün ısıtılabilir. Çünkü tüpün içindeki ısı kibrit alevinin verdiği ısıdan çok fazladır. Bir ton taş kömürünün verdiği ısı, iki ton linyitin verdiği ısıdan daha fazladır. Bu yüzden ton başına fiyatı linyitin iki katı da olsa linyit yerine taş kömürü alan karlıdır. Çünkü aynı para ile daha çok ısı satın almaktadır. Sonuç olarak ısı alınıp satılan bir enerji çeşidi olmaktadır. Isı enerjisi doğrudan ölçülemez. Isı miktarı hesapla bulunur. Birimi joule ‘dir. Isıyı ölçmede kullanılan araç ise kalorimetredir.

Her gün dinlediğimiz hava raporlarında derece santigrat cinsinden verilen değerler sıcaklıklardır. Giyimimizi havanın sıcaklığına göre ayarlarız. Denize girerken bizim için önemli olan suyun sıcaklığıdır. Sıcak maddenin, soğuk maddeden daha yüksek olan özelliği sıcaklığıdır. Maddelerin sıcaklığı doğrudan ölçülebilir. Sıcaklığı ölçmede kullanılan araç termometredir. Birimi ise santigrat derecedir.

---------
Kaynak: http://www.test-coz.net/2013/03/isi-ve-sicaklikla-ilgili-gunluk-hayatta.html

[Değişiklik saati 2013-08-22 04:31 GMT]
Collapse


 
Adnan Özdemir
Adnan Özdemir  Identity Verified
Türkiye
Local time: 16:54
Member (2007)
German to Turkish
+ ...
TOPIC STARTER
"Dilimizde Yanlış Kullanılan Kelimeler" Aug 22, 2013

-yazı alıntıdır--

Yazan: ARWEN 01-03-2011 , 20:25
--------------------------------------------

Eskiden millî hislerini unutan insanlar, mesela; Türkler konuşurken kendi dillerine o kadar önem vermez, Arapça, Acemce birçok uydurma kelime düzerek bir iş yapmış gibi görünürler. Onunla da kalmadılar yaptıkları işle övündüler. Hâlbuki eski bir Türk yazarının yazılarını Türkler dahi arılayamazlardı. Çünkü ekseriyetinin bilmediği yab
... See more
-yazı alıntıdır--

Yazan: ARWEN 01-03-2011 , 20:25
--------------------------------------------

Eskiden millî hislerini unutan insanlar, mesela; Türkler konuşurken kendi dillerine o kadar önem vermez, Arapça, Acemce birçok uydurma kelime düzerek bir iş yapmış gibi görünürler. Onunla da kalmadılar yaptıkları işle övündüler. Hâlbuki eski bir Türk yazarının yazılarını Türkler dahi arılayamazlardı. Çünkü ekseriyetinin bilmediği yabancı lügat, yabancı gramer kaideleriyle yazarlardı. Hâlbuki böyle eserler daha çok kötü eserlerden bahsedilerek yazılan yazılar, eski edebiyatı öldürdü. Yani gözden düşürdü. Görülüyor ki bugüne kadar yazılmayan, yazılıp kullanılmayan fakat konuşurken dilin daha tatlı, canlı ve güzel olduğu anlaşıldı ve bu dil ile yazmaya başladılar. Yani konuşulduğu gibi belki de konuşulandan daha güzel yazılar yazdılar ve yazmaktalar. Şimdi bu konuşma dilini yazmak için;

1. Arapça, Acemce düzme kaideleri kullanmamak,

2. Türkçeye girmemiş, Türklerin anlamadığı yabancı kelimeleri kullanmamak gereklidir.
İste bu iki noktaya önem veren yazarlar çok güzel ve kolay konuşulan öz Türkçe ile yazmaya başladılar. Bu yazılan herkes okuyup ve kolayca arıladılar. Her ulus kendi dili ile yaşar, dilsiz bir ulus çobansız bir sürü koyuna benzer. Türkler ekseriyeti çoğulcu ve canlı bir dil olduğunu anladıktan sonra dillerini her şeyden ulu ve üstün gördüler. Onun edebi dili sırasına koymaya ve geçirmeye karar verdiler. Ondan sonra eski edebiyatta görülen Arapça, Acemce karışık edebi dili kullanmadılar, kullananları ulusuna yapılan hakaret saydılar. İşte konuşulan Türkçemizi sevmeye ve bu dili edebiyatımızda, bütün yazılarımızda yazmaya ve kullanmaya dil sevgisi denir. Dil bir ulusun manevî yurdudur. Manevî yurda set çekilmez. Onu korumaya çalışmazsak Maddî yurt gibi manevî yurt ta yaşayamaz.!


Yanlış (!) ___________________________ Doğru (!)
hergün ------------------------------------------------her gün
heryer ------------------------------------------------her yer
herşey ------------------------------------------------her şey
herhangibiri --------------------------------------------herhangi biri
herbiri -------------------------------------------------her biri
birgün -------------------------------------------------bir gün
birşey -------------------------------------------------bir şey
bir çok şey --------------------------------------------birçok şey
bir kaç şey --------------------------------------------birkaç şey
hiç bir şey ---------------------------------------------hiçbir şey
pekçok ------------------------------------------------pek çok
pekaz -------------------------------------------------pek az
arasıra ------------------------------------------------ara sıra
yanısıra -----------------------------------------------yanı sıra
peşisıra -----------------------------------------------peşi sıra
ardısıra -----------------------------------------------ardı sıra
akşam üstü -------------------------------------------akşamüstü
suç üstü ----------------------------------------------suçüstü
ayak üstü ---------------------------------------------ayaküstü
terketmek ---------------------------------------------terk etmek
ayırdetmek --------------------------------------------ayırt etmek
farketmek ---------------------------------------------fark etmek
arzetmek ----------------------------------------------arz etmek
vaadetmek --------------------------------------------vaat etmek
haketmek ----------------------------------------------hak etmek
muhtacolmak ------------------------------------------muhtaç olmak
şehidolmak --------------------------------------------şehit olmak
vaz geçmek -------------------------------------------vazgeçmek
baş vurma ---------------------------------------------başvurmak
ön görmek ---------------------------------------------öngörmek
var saymak --------------------------------------------varsaymak
ya hut -------------------------------------------------yahut
ve ya --------------------------------------------------veya
yada ---------------------------------------------------ya da
laboratuar---------------------------------------------- laboratuvar
antreman----------------------------------------------- antrenman
eşortman----------------------------------------------- eşofman
orjinal-------------------------------------------------- orijinal
yalnış-------------------------------------------------- yanlış
yanlız------------------------------------------------- yalnız
kiprik-------------------------------------------------- kirpik
kirbit-------------------------------------------------- kibrit
anbar------------------------------------------------- ambar
canbaz------------------------------------------------ cambaz
çenber------------------------------------------------ çember
makina------------------------------------------------ makine
meyva------------------------------------------------- meyve
zatüre------------------------------------------------ zatürree
matba------------------------------------------------- matbaa
deynek------------------------------------------------ değnek
süpriz-------------------------------------------------- sürpriz
poaça------------------------------------------------- poğaça
kordalye----------------------------------------------- kurdele
sandoviç----------------------------------------------- sandviç
eksoz-------------------------------------------------- egzoz
pardesü------------------------------------------------ pardösü
ayidat------------------------------------------------- aidat
pilaj---------------------------------------------------- plaj
tazik--------------------------------------------------- tazyik
traş---------------------------------------------------- tıraş
metod-------------------------------------------------- metot
ara söz------------------------------------------------- arasöz
ara yön------------------------------------------------ arayön



Yazar: Misafir 07-12-2011 , 18:30
Yanlış (!) ___________________________ Doğru (!)
hergün ------------------------------------------------her gün
heryer ------------------------------------------------her yer
herşey ------------------------------------------------her şey
herhangibiri --------------------------------------------herhangi biri
herbiri -------------------------------------------------her biri
birgün -------------------------------------------------bir gün
birşey -------------------------------------------------bir şey
bir çok şey --------------------------------------------birçok şey
bir kaç şey --------------------------------------------birkaç şey
hiç bir şey ---------------------------------------------hiçbir şey
pekçok ------------------------------------------------pek çok
pekaz -------------------------------------------------pek az
arasıra ------------------------------------------------ara sıra
yanısıra -----------------------------------------------yanı sıra
peşisıra -----------------------------------------------peşi sıra
ardısıra -----------------------------------------------ardı sıra
akşam üstü -------------------------------------------akşamüstü
suç üstü ----------------------------------------------suçüstü
ayak üstü ---------------------------------------------ayaküstü
terketmek ---------------------------------------------terk etmek
ayırdetmek --------------------------------------------ayırt etmek
farketmek ---------------------------------------------fark etmek
arzetmek ----------------------------------------------arz etmek
vaadetmek --------------------------------------------vaat etmek
haketmek ----------------------------------------------hak etmek
muhtacolmak ------------------------------------------muhtaç olmak
şehidolmak --------------------------------------------şehit olmak
vaz geçmek -------------------------------------------vazgeçmek
baş vurma ---------------------------------------------başvurmak
ön görmek ---------------------------------------------öngörmek
var saymak --------------------------------------------varsaymak
ya hut -------------------------------------------------yahut
ve ya --------------------------------------------------veya
yada ---------------------------------------------------ya da
laboratuar---------------------------------------------- laboratuvar
antreman----------------------------------------------- antrenman
eşortman----------------------------------------------- eşofman
orjinal-------------------------------------------------- orijinal
yalnış-------------------------------------------------- yanlış
yanlız------------------------------------------------- yalnız
kiprik-------------------------------------------------- kirpik
kirbit-------------------------------------------------- kibrit
anbar------------------------------------------------- ambar
canbaz------------------------------------------------ cambaz
çenber------------------------------------------------ çember
makina------------------------------------------------ makine
meyva------------------------------------------------- meyve
zatüre------------------------------------------------ zatürree
matba------------------------------------------------- matbaa
deynek------------------------------------------------ değnek
süpriz-------------------------------------------------- sürpriz
poaça------------------------------------------------- poğaça
kordalye----------------------------------------------- kurdele
sandoviç----------------------------------------------- sandviç
eksoz-------------------------------------------------- egzoz
pardesü------------------------------------------------ pardösü
ayidat------------------------------------------------- aidat
pilaj---------------------------------------------------- plaj
tazik--------------------------------------------------- tazyik
traş---------------------------------------------------- tıraş
metod-------------------------------------------------- metot
ara söz------------------------------------------------- arasöz
ara yön------------------------------------------------ arayön

-----
Kaynak: http://www.delinetciler.net/soru-cevap-bolumu/118683-dilimizde-yanlis-kullanilan-kelimeler.html

[Değişiklik saati 2013-08-22 04:38 GMT]
Collapse


 
Pages in topic:   < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16] >


To report site rules violations or get help, contact a site moderator:


You can also contact site staff by submitting a support request »

Osmanlıca - Türkçe kaynaklar, Cumhuriyet boyunca Türkçenin serüveni, Günümüz Türkçesi...


Translation news in Türkiye





Anycount & Translation Office 3000
Translation Office 3000

Translation Office 3000 is an advanced accounting tool for freelance translators and small agencies. TO3000 easily and seamlessly integrates with the business life of professional freelance translators.

More info »
TM-Town
Manage your TMs and Terms ... and boost your translation business

Are you ready for something fresh in the industry? TM-Town is a unique new site for you -- the freelance translator -- to store, manage and share translation memories (TMs) and glossaries...and potentially meet new clients on the basis of your prior work.

More info »